ESKİMİŞ VE ESKİMEYE BAŞLAMIŞ MESLEKLER

Bu ilginç ve özgün anlatımdan, bakırcıların, kendi geçiş programlarını dört aşamalı düzenledikleri anlaşılmaktadır: 1) Örs üzerinde bakır külçeyi herkesi hayran bırakan bir beceri ve ahenkle dövüp yufka inceliğinde narin bir tepsi yapmak; 2) Bakırcı ustalarının ne denli güçlü ve dayanıklı olduğunu kanıtlayıcı bir sergileme ile yere yatan bir ustanın göğsüne örs koyup yine üzerinde bakır külçesi döverek ikinci bir tepsi yapmak, 3) Bakır tellerden yaptıkları iki baykuş maketini havada döndürmek, 4) Giyim kuşamları, silahları, köleleri, yardımcıları ile, varlıklı, kalabalık bir esnaf kesimi olduklarını vurgulayarak ve özel olarak hazırladıkları el işi hediyelerini sunup geçmek... Bakırcıların bu anlamlı programı ne kadar bir zamanda gerçekleştirdikleri bilinmese de günlerce süren coşkulu düğün boyunca her loncanın hünerlerini sergileme konusunda zaman açısından bir sıkıntıları olmadığı kuşkusuz.

1582 şenliğinden 138 yil sonra, dönemin padişahı III. Ahmed'in (1703-1730) oğullarının sünneti münasebetiyle Okmeydanı'nda düzenlenen sur-i hümayun da bir başka surnamenin konusu olmuştur. Topkapı Sarayı Müzesi kitaplığındaki bu özgün yapıtı, dönemin saray şairi Seyyid Vehbi kaleme almış Osmanlı minyatür sanatının son büyük ustası sayılan Edirneli Abdülcelil Çelebi "Levnî" de renklendirmiştir. İlginç olan, Surname-i Vehbi'deki esnaf alayı sahnelerinden, 138 yıl önceki tertibin hala sürdüğünün, buna karşılık zenaatkârların aynı program ve sahneler içinde daha farklı sergilemeleri başarmış olmalarının anlaşılmasıdır. İki şenlikteki esnaf alaylarının bir kıyaslamasının yapılabilmesi için 1720 şenliğinden de yine, "Amedan-ı Hirfet-i Kazganiyan" başlığı altındaki bakırcıların geçişini vereceğiz. Ancak, Levni'nin çok canlı aynı zamanda da resim tekniğine son derece yaklaşmış minyatürlerine karşılık bu yapıttaki anlatım ne yazık ki Nakkaş Osman'ın,renklendirdiği Surnamenin dili kadar açık ve anlaşılır değildir. O nedenle sadeleştirerek aktaracağız: "Bakırcıların alayı kerli ferli debdebeli göründü. Bunlar, araba üzerine burçları kuleleri ışıl ışıl parlayan bakırdan mükemmel bir kale yapmışlardı. Kaleni çevresinde de atlı ve yaya bakır zırhlar, siperlikler giyinmiş askerler kaleyi sararken bir yandan da mehterhaneler çalıyor; diğer arabalara kurdukları bakırcı dükkanlarında ise sanatlarını icra ederek her zamanki gibi alış veriş etmekte bakır dövmekteydiler. Asker giyimliler bakır kaledeki muhafızlarla vuruşup savaşılırken türlü fişekler kuru sıkı tüfenkler atılıyor; sanki gerçek muharebe oluyordu. Sonra ustalardan biri, yalmanları yukarı gelecek şekilde yere yan yana üç keskin kılıç koyup çıplak olarak ve sırtı kılıçlara değecek şekilde ellerini ve ayaklarını destek edip uzandı. Bu durumda iken karnının üstüne on adamın kaldıramayacağı büyüklük ve ağırlıkta bir değirmen taşını koydular. Daha sonra yüksekçe bir yerden otuz kadar bıçak ve hançeri karnına fırlattılarsa da hiçbiri saplanıp yaralamadığı gibi, hepsi geri sıçrayıp yere düştü. Bundan sonra karnının üstüne bir kantar miktarı bakır külçesi koyup on adem ağır çekiçler ile dövdülerse de yerdeki kılıçlardan sırtına bir zarar gelmediği gibi bunca darbeden göğsü de bir fiske kadar etkilenmedi. Böylece hünerlerini ve hazırlıklarını gösterdikten sonra mehterhanenin velvelesine, çöğür çalanların -Altun adın itme bakır / Sukk-ı vefada bir kulb takarlar sana kazancızade! naraları karışırken yedi okka gümüşten yapmış oldukları altın işlemeli sini, üç büyük maşraba, bir buhurdan ile bir gülâbdandan oluşan hediyelerini teslim ve takdim edip kulluk sunuşunda bulunarak başlarında kethüdaları ve hırfet kıdemlileri olduğu halde padişahın ihsanı olan bahşişlerini alıp ziyafet çadırlarına gittiler. "


Yazarın Diğer Yazıları