SİLLE VE KÜLTÜRÜ

Türk sultanları Sille'de yaşayan Hıristiyan halkın dinine, inancına, gelenek ve göreneklerine hiç karışmamış, hatta destek bile olmuşlar. Bu sayede birbirinden görkemli kilise ve manastırlar vadinin yamaçlarını süslemiş.

Selçuklu ve Karamanoğulları zamanında Hıristiyanların rağbet ettiği küçük bir köy olan Sille, Osmanlı döneminde Müslümanları da kendisine çekmeye başlamış. Onlar da kendi mahallelerini kurarak buraya yerleşmiş. Böylece kiliselerin arasında camiler de yerini almış. Yerleşme büyüyerek kasabaya, Sille Deresi'nin iki yanı da Rum ve Türklerin barış içinde bir arada yaşadığı hoşgörü vadisine dönüşmüş.

O yıllarda Sille'de yaklaşık olarak 15 kilise varmış. Bunlardan ancak Koimesis Tes Panagias (Panoya) Kilisesi, Kiriakon (Hızır İlyas) Kilisesi, Tepe Şapeli (Süt Kilisesi), Aya Eleni ve Ak Manastır gibi birkaç tanesi günümüze kalabilmiştir.

AK MANASTIR

Askeri bölgede kaldığı için Ak Manastır'ı göremedik, ama hakkında edindiğimiz bilgileri paylaşabiliriz.

Takkeli Dağ'ın hemen dibindeki kayalık vadinin içinde yer alan Ak Manastır, Khariton adında bir Hıristiyan azizin anısına kurulmuş.

Khariton, 275 yılında, İconium'da yaşayan sıradan bir insanmış. O yıllarda Roma topraklarında gizlice yayılmakta olan Hıristiyanlığı kabul etmiş, fakat yakalanarak hapse atılmış. Cezasını çekip özgürlüğüne kavuşunca, hac ziyareti için Kudüs'e doğru yola koyulmuş. Kudüs'e varmak üzereyken haydutlar tarafından kaçırılarak, vadi içinde bir mağaraya götürülmüş. Ancak o gece onu kaçıran kişiler esrarengiz biçimde oluvermiş. Bu mucizevi olaydan etkilenen Khariton burada inzivaya çekilmeye karar vermiş. Bir süre sonra başka keşiş ve münzevilerin de katılımıyla burada bir manastır kurmuş. Hıristiyanlarca "aziz” (hagios) unvanı verilen Khariton ölünce vasiyeti üzerine bu manastıra gömülmüş.

İslamiyet'in yayılması sırasında Kudüs ve çevresi Müslüman Araplarca istila edilmiş. Büyük olasılıkla bu manastırda görev yapan keşişler, Bizans imparatorluğu hâkimiyetinde bulunan Anadolu topraklarına göç etmiş. Khariton'un memleketine gelerek onun anısına bir Hagios Khariton Manastırı kurmuşlar. Bizans döneminde kurulan, zaman içinde gelişerek büyük bir dini yapıya dönüşen manastır, Selçuklular zamanında en parlak dönemine ulaşmış.

Efsaneye göre Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin oğullarından biri manastırın üstündeki kayalıklardan düşmek üzereyken, esrarengiz bir ihtiyar tarafından kurtarılarak yere indirilmiş. Bu mucize nedeniyle Celaleddin, yılda bir gün burada inzivaya çekilirmiş. Ölümünden sonra onu izleyen çelebiler manastıra her yıl zeytinyağı bağışında bulunarak teşekkürlerini sürdürmüş. Bu efsane nedeniyle Müslümanlar tarafından büyük saygı gösterilen manastırın içinde küçük bir de mescit varmış.

ALTIN ÇAĞ

Harabeye dönen kiliseleri ardımıza alıp yüzümüzü vadinin kuzey ve batı yamaçlarına çeviriyoruz. Bu yakada da durum pek iç açıcı değil aslında: Evlerin çoğu yok olmuş. Keşke bir zaman makinemiz olsaydı da geçmişe gidip buraların şenlikli halini görebilseydik. Böyle bir olanağımız yok, ancak çaresiz de değiliz. Kalıntılar arasında dolaşıp geçmişin izlerini bulabiliriz.

Biliyorsun, vadiye ilk yerleşim Selçuklu döneminde Hıristiyanlarla başlamıştı. Müslümanların katılımıyla büyüyen Sille, asıl gelişimini (daha doğrusu, altın yıllarını) Osmanlı imparatorluğu döneminde yaşamış.

Anlatılanlara göre, o yıllarda Sille evleri güzellikte birbiriyle yarışırmış. Şimdiki yıkık dökük hallerine bakarak buna inanmak çok zor, ama şükürler olsun, yamaçlarda geçmişe tanıklık edebilen birkaç ev var hâlâ!

Sille'deki ev ve konakların çoğu iki ya da üç katlıymış. Yöreye has sille taşı ile inşa edilen bu konutların ahşap kapı ve dolapları olağanüstü güzellikte motiflerle bezeliymiş. Yamaçlara teraslar halinde sıralandıkları için hepsi de vadiyi görürmüş. Daha da önemlisi, birbirinin güneş ve rüzgârını kesmezlermiş.

"Şu Sille'nin sokakları sekili, aman, Pencerede gül karanfil ekili, aman…”

Bu türkü boşuna söylenmemiş. Gerçekten de Sille'nin sokakları, evlerle birlikte basamaklar halinde yükselirmiş. Ayrıca evlerin balkon ve pencerelerinden çiçek eksik olmazmış.

Derenin suyu, bağ ve bahçeleri sulamada kullanılıyormuş, içme suyu çevrede bulunan kaynaklardan sağlanırmış. Elbirliğiyle suyolları ve kemerler inşa edilerek vadiye getirilen su, sokak başlarındaki çeşmelere ulaşıyormuş. Hayırsever Sillelilerin yaptırdığı çeşmelerden akan suyun da çeşme başında yapılan sohbetlerin de tadına doyum olmazmış.


Yazarın Diğer Yazıları