GEÇMİŞTE UYGULANAN TEDAVİLER, OCAKLAR

Bundan 60-70 sene önceleri köylerde bilhassa kış aylarında vuku bulan boğaz inmesi (anjin) tedavisi için analarımızın biz çocuklar üzerinde uyguladığı formülden bahsedeceğim.

Öyle ufak bir rahatsızlık sonucu hemen doktora hastaneye başvurma imkânımız olmadığı yıllarda bilhassa köylerde yaşarken gerek soğuk algınlığından, gerekse içtiğimiz karlı sulardan boğazımızda çok önemli rahatsızlıklar olur yutkunmada zorluk çeker konuşamaz hale gelirdik.

Bu durumu gören o vefakâr analarımız bunun tedavisi için atalarından gördükleri koca karı ilacı tabir edilen yöntemle tedaviye çalışırlardı. Bunun için köyümüz kırsalında çok yetişen ve adına yonuz eriği de dediğimiz dağ eriği güz mevsiminde dalında sararıp olgunlaştı mı. Analarımız onları özenle toplar eve gelince onları bir tespih edasıyla ipliğe dizer evin gölge bir yerine asar kurumasını bekler sonra da onu bir çömlek veya bir temiz kese içersinde muhafaza ederdi. İşte bu boğaz ağrısı vuku bulduğunda o erikten iki tanesini havanda ezip pestil gibi yapar, onu temiz bir bez ile akşam yatarken boğazımıza sarardı. Sabahına boğazımızdaki o rahatsızlıktan eser kalmazdı çok şükür.

Şimdi anlatacağım ise aynı hastalığın manevi ve bilimsel tedavisi olacak. Şayet bu tür hastalık çocukların veya büyüklerin boğazından geçmez hastalık ısrarcı olursa o zaman işte başka yöntemler arardı anacığımız. Bunun içinde "kimde el var” araştırırdı. "El” demek bir nevi ocak demekti. Örneğin yılancık ocağı, kızılyer ocağı, tengi (kengi) ocağı, aydaş ocağı, vs. buna benzer çok ocakların yanında birde geçmişte kaynanasından, anasından veya köyün bilge bir hanımından bir başka bilge hanım el almış ise tavsiye eldir, o bulunur bu boğaz tedavisi için ona başvurulurdu.

Kimlerdi bu tedaviyi yapanlar. Kocası ölünce inisini (çelebisini) alan hanım bu hastalığı tedaviye yetkiliydi onlara göre. Nasıl tedavi yapardı, önce hastanın boğazını biraz sağ eli ile biraz da sol eli ile çok sıkmadan sıvazlar sonra hastaya ağzını açtırıp sağ eline aldığı ufak ve temiz bir bez ile üst damağından kavrar. Sol eli ile de ense çukuruna küçük parmağını takıp başını eliyle kavrayıp üç kere yukarıya doğru kaldırıp bırakırdı.

Ve tedaviye devam ederek hasta kişiye kendi sağ elinin başparmağını avuç ortasına doğru kıvırtır u şeklini alan parmağını zorlama şeklinde birkaç kere ağzına sokup çıkarmasını önerir ve onu zorla da olsa yaptırarak tedaviyi tamamlardı. "Hastalık iyi olur, geçer miydi?” derseniz. Evet, mutlaka yüzde 95 geçerdi. Çünkü başka doktordan hastaneden tedavi alma imkânımız yoktu madden veya manen ona kalbimizle bağlanırdık biiznillah iyi olurduk.

Daha başka hastalıklarında analarımıza göre tedavileri vardı. Örneğin bilhassa kış günlerinde burun ve yüz kısımlarımızda soğuktan yazın da sıcaktan pişiklerden meydana gelen kızarmaları da kızılyer tekkesi diye bilinen ocaklara -köyümüz ve civarlarında vardı- gidilir orada özel olarak toprağa gömülü bir çömlek içerisinde kırmızı toprak dökülerek su ile karıştırılmış çamur hastalık olan burun yüz veya başka yerimizdeki kızarmış yere sürülür, kaşıntı geçerdi.

Bezeme... Vücudun çeşitli yerlerinde birbirine ekli olarak oluşan kabarcıklara bezeme denir onların tedavisi ise el almış olan erkeklere erkek kişi kadınlara ise kadın tarafından dualar okuyarak eliyle sıvama şeklinde uygulanır hastalık geçerdi.

Gece yanığı... Yine vücutta oluşan ve çok büyük rahatsızlık veren bilhassa bacaklarda ve ayaklarda meydana gelen ak patlak kabarcıklara gece yanığı denirdi. Bu hastalıkta gece yanığı ocak sahiplerinin tedavisi ile geçerdi. Ocağa hasta gelince ocak sahibi hastalığa bakar, tecrübesi ile onun gece yanığı olup olmadığını bilir, evvelden devamlı hazır bulundurduğu bir kap içerisinde çeşitli otlar ve kimyasallar ile içeriği destekli olan kabı ocağa koyar. Kaynamakta olan kabın içerisine bir değnek ucuna sardığı bezi o sıcak şekli ile hastanın kabarcıklarına sürer şayet yakmıyorsa işte hastalık oranın hastasıdır tedavi yapılır hastalıktan beri olurdu insanlar. (Devamı Salı'ya)


Yazarın Diğer Yazıları