Bir Zamanlar Konya Dağ Köylerinde Hayat Mücadelesi

Bundan 70-80 sene önceleri Konya dağ köylerinde geçen, atalarımın bana anlattıkları anılar geliyor gözümün önüne... Bazen benim de bir yerinde bulunduğum 50-60 yıl öncesine ait yaşanmış öyküler...

1940'lar... Ülke tek parti iktidarı ile yönetiliyor. Fakir fukara köylülere yapılan ezalar ve çekilen cefalar insanları canından bezdirmektedir. Tarlasından kaldırdığı ürünlerden öşür alınır kaldırdığı buğday, arpa belki bir yıllık yiyeceğine yetmeyecek ama devlet onun hesabını yapmaz. O yıl kurak mı oldu bolluk mu oldu ekilen ekinler başak verdi mi hasat nasıl bol mu kıt mı dinlemez. Harmanda öküzle düğen sürülüp tınazlar savrulup çeç (buğday, arpa) taneleri meydana çıkarıldı mı? Hemen harmanlarda akşama sabaha kadar adeta nöbet tutan dövletin vergi memurları, çeçin başına gelir, ya elindeki baston ile ya da çeçin etrafını ve üzerini ayağıyla ölçer "benim adamım gelip bu çeçten devletin hakkını almadan bir tek tane almayacaksın, alırsan bak yakarım çıranı” der gider. Artık öşür toplayıcılar iki günde mi üç günde mi ya da aynı gün mü gelir Allah bilir. Bunu kısmen ben de hatırlıyorum. 1949 yılı idi. 4 yaşındaydım ondan bilirim. Anam babam akşam harmandan eve geldiler. Bizim çec ölçülmüş ama evde unumuz yok, o harmandan kalkacak buğdaydan babam hemen değirmene götürüp iki üç havayı (teneke) (kelete) un yaptıracak. Kelete, yazlık veya kışlık tutulan unlukların haricinde un yetmediği zaman arada un yaptırılmasıydı değirmende. Köylüler işte ona kelete derdi. Öşürcü iki üç gün gelemedi babam anama "garı gece gidelim şöyle belli olmayacak yerden iki teneke buğday çalalım kendi harmanımızdan” demişti. Anacığım korkup "yakalanırsan irezil oluruz herif iki gün daha sabredelim” deyince, babacığım "çocuklar aç mı yatsın garı ben gideceğim harmana” deyip gitmişti. Anacığımda ardından getti mezmuren (mecburen). Tam bunlar buğdayı alırken yakında olan devlet adamı yakalamış, babama iki defa elindeki bastonla sertçe vurmuş ve "haydi şikâyetçi olmayayım sen galendersin yoksa hapıslarda çürürüsün” diye tehdit etmiş de babam ağlayarak gelip "kendi malımın hırsızı oldum Allahım! Sen bunları bildiğin gibi yap” diye yalvarmıştı. Bir yıl kadar sonrada o zulmü yapanlar kaybolmuş gitmişti. Bu benim hatıramdan hiç gitmez.

Neyse benim yetişemediğim yıllardaki konuya dönelim. Babam anamla yeni evli... Sene 1943... Köy yeridir, kışlık yakacak için ormandan odun kesip hazır edilecek. Kışlar uzun sürer. "Kış yakacağı ile mal yiyeceğine yeter olmaz” derdi atalarımız. Babam iki merkeple bir iki arkadaşı da beraber dağa gidip odunu kesmişler tam köyün içerisine girmişler. O arada bir evin kenarına saklanmış olan ormancı peydah (meydana çıkması) olmuş ve merkeplerin yularından tutmuş "yıkın yükleri size ceza keseceğim” demiş. Babam 20-22 yaşlarında delikanlı. Yanındakiler ihtiyar... Babam onlara işaret etmiş, "ben bununla kavga edeceğim siz merkepleri benimkilerle beraber sürün kaybolun” demiş. Babam ormancı ile başlamış dövüşmeye, kucak kucağa güreşe... Hani bir söz var ‘can kendi canı' diye. Öbürleri bizim merkepleri bırakıp kendilerininkileri götürmüş, gitmişler. Babam hem köylü oluşu hem de güçlü oluşu nedeniyle ormancıyı haklamış, gömleğini yırtmış, yüzünü kanatmış, orada duran merkeplerini önüne katıp sürmüş eve gelmiş. Hemen anama "sen hayvanları hayat denen kapalı yere yık, ben gidiyorum” demiş. Meğer ormancı o haliyle babamın ardından habersiz gelmiş evi öğrenmiş. Anacığım merkeplerin yükünü yıkmış, odunları evvelden gelmiş olan odun istifinin üzerine yığmış eve çıkmış. Biraz sonra kapı çalınmış ormancı yanında bizim köylü birisi ile gelmiş köylümüz "Meryem bu ormancı sizin hayattaki odunlara zabıt tutacakmış aç kapıyı” deyince, anam açmamış. O adam ormancının korkusu ile kapıyı açmış. Ormancı girmiş "içerideki odunları kabataslak bir hesapla üç ton kaçak orman emvali Osman Detseli'nin evinin hayat diye tabir elden kapalı yerinde ölçülerek tespiti yapılmıştır” diye zabıt tutmuş, gitmiş. O zabıt ki babama en az üç beş ay hapıslık merkeplerinin satılması ve yüklüce bir para cezasına eş değer demekmiş. O yıllarda bu işler ile uğraşan akrabası olan bir ağası var babamın. Hem nakliyesi var hem makta alır işletir yani devletin ileri gelenleri ile işbirliği halinde olan biri. Babam hemen ona koşmuş, odunları tespit etme olayını anamdan işitince. Adam demiş ki babama "ben şimdi

Muhtar odasına gideceğim sen on on beş dakika sonra gel, sertçe heyet odasına gir benim evime girip de zabıt tutan adam kim de, ormancı keyifle benim diyecek. Benim evime evin erkeği olmadan nasıl girip de ne cesaretle böyle bir iş yaparsın ulan sen. Benim hanımım korkmuş çocuğunu telef ediyor de. Bana dön ve "kalk ağa kamyonu çalıştır benim hanımı doktora yetiştirmeye çalışalım dersin sonrasını bize bırak” der ve babam denilenleri yapar o keyfi yerinde olan ormancının tebdili şaşar. Babamın ağası olan "bu nasıl bir densizlik yahu evin beyi yok iken sen ne cesaretle evden odun yazıyorsun. Hadi şimdi ayıkla bakalım pirincin taşını” deyince ormancı "ağam ben bir yanlış yaptım şu adamı çağırın ikna edin inşallah hanımına çocuğuna bir şey olmaz mesarifi (masraf) neyse ben çekeyim, bak işte zabıtları yırtıp atıyorum” deyivermiş. Herkesin gözü önünde kağıtları yırtmış, muhtar da dışarı çıkmış, babamla konuşup gelmiş. "Köyde bu işlerden anlayan tecrübeli eski kadınlar var onlar müdahale etmişler, inşallah bir şey olmaz yalnız sen bu gece burada kalacaksın neticeye varacağız” demiş. Zaten kurmaca bir şikâyet olduğu için olay böylece tatlıya bağlanmış. Babacığım da cezadan kurtulmuş, bu akıllı insanların verdiği akılla, bu kurguyla... (Devamı Salı'ya)

 


Yazarın Diğer Yazıları