İstanbul’da Konyalı Bayram - I

"Varlık bir kan pıhtısıdır ana rahmine indiğinde

İnsanoğlu mutlaka ağlar ilk dünyaya geldiğinde

Malda yalan mülkte yalan miskin Yunus'un dilinde

Şöyle kıymetli olur o insan sevgi bırakırsa insanların benliğinde."

...

Bu dörtlük ne mi anlatıyor? Dört günlük dünya burası... "İşte geldik işte gidiyoruz” denir ya bizler de teker teker bu yalan dünyadan göçüp gidiyoruz. Şayet insanların benliğinde iyi bir intiba bırakmış isek bütün kazancımız budur. Gerisi mal mülk varlık zenginlik hepsi yalan şeyler. 

Kısa zaman önce aramızdan ebediyen ayrılan ve hakkın rahmetine kavuşan ağabeylerim hakkında bazı yaşadığım anılarımı hatıralarımı sizlerle paylaşmayı bir görev addediyorum. Çünkü bu anıları, güzellikleri sizlerle paylaşırsam hem onların ruhu şad olur hem de bizler birer Fatiha ile onları yad etmiş oluruz.

Konumuz Kumrallı Bayram... Yani köy tabirimiz ile Tesbıhlının Mevlidinin oğlu Zekiye'den doğma Bayram Kutlutürkan. Ben bu merhum Bayram ağabeyimi henüz 8 yaşlarımda iken tanıdım. Henüz ilkokul 2. Sınıfa gidiyordum. O yılların köy bekçileri de muhtarı da bizim mahallemizden insanlardı. Okulun bir öğle paydosu idi eve geldim. Bizim evde kaba saba giyinmiş üstü başı hırpani ama yüzü daima gülen bir kabadayı genç insan var. Davar çobanı olduğunu sözlerinden anlıyorum. Babam rahmetliye Osman emmi dün davar güderken uyumuş kalmışım davar kaçmış çayırlara girmiş bekçiler geldi 10 tane çanımı çıkardılar aldılar. Çan bir sürünün süsü. Benim de canımdan kıymatlı şeyler. Bunları bir zahmet kurtarıver. Seni bekçiler sever sayarlarmış. Bekçiler ‘babamın selamı var' diyordu. Babama başka bir şey sormadı ve rahmetli Bekçi Sarı Mehmet Emmi'ye gitti. Paralı mı parasız mı nasıl kurtardı ise çanları alıp geldi ve Bayram olduğunu o zaman anladığım bu gence verdi, ‘haydi oğlum babangile selam söyle' dedi. Meğer bizim birkaç tane olan davarlarımız bunlarda haklıktaymış. Çanları aldı Bayram Ağa, ‘okula hiç gitmedim ben gardaşlık seninle okula gidelim mi?' dedi. Ben de ‘gidelim' dedim. Okula geldik. Onun elinde çanlar, acayip sesler çıkarınca daha henüz sınıflara girmeyen talebelerde ve okul önünde büyük bir cümbüş oluştu. Talebeler Bayram Ağa'nın üzerine çullandılar yere yıkmaya çabaladılar, ama o çok güçlüydü. Hepsini bir çırpıda silkeleyip aramızdan sıyrıldı gitti, ama bana çok yakın bir arkadaş oldu. Sonraları ben de çoban olunca arkadaşlığımız devam etti. 

Davar kırkım zamanı geldi mi hemen ben giderdim ‘ağa babamın selamı var bizim davarları kırkıverecen' derdim. Hiç sözü ikiletmez benim işimi görür köyüme gönderirdi, eli çok pratikti. Bayram ağa arkadaş canlısı, milliyetçi, hemşerici asla arkadaşını satmayan başkasına kalleşlik yapmayan okuması yazması olmadığı halde çok cesur atılgan esnaf ruhlu ve cömert bir insandı. Ben o yıllarda bunlara akraba değildim. Sonraları akraba olduk. Halasının kızı ile evlendim. 1971'de ondan sonra beni daha çok sevmeye başladığını hissettim. Sordum ‘bir gün ağa beni hakikaten çok mu seversin?' ‘Evet, enişte çok severim bizim eskiden gelen bir sevgi bağımız var. Ayrıca bir de eniştemiz oldun. Ben eniştelerimi çok severim ve sayarım. Çünkü onlar bizim namus bekçilerimizdir' derdi.

Çok cesurdu dedim ya bakın konuyu hangi hatıraya getireceğim, çok dikkatli okuyun. 

Sene 1964 ya da 1965... Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul'da işçi olarak bir yerde çalışıyorum. Köylülerimizin çoğu biliyorsunuz yağ, sabun, deterjan, zeytin gibi maddelerin satışı ile iştigal ediyorlar. Yani kısacası yağcılık işi yapıyorlar bizim köylülerin tabiri ile bu herkesin malumu.

"İnsanoğlu beşerdir şaşar” deriz ya filhakika doğru söz. Köylülerimizden biri rahmetli oldu. Yine kendi köylümüz olan başka birisini benim müşterilerimi elimden almaya çalışıyor diyerek bir günümüz tabiri ile mafya babasını kiralık katil olarak tutmuş ve hemşerisini öldürmesi karşılığında 'şu kadar para vereceğim' diye de anlaşmış. Mafya adam bir iki adamını da yanına almış ve bu öldüreceği adamı çekmecede kıstırmış ve elindeki yağ taşıdığı tenekelerini ezmiş yağlarını dökmüş kendisini de bir hayli yanındakilere döğdürmüş. Arabasının bagajına adamı yatırıp kiralayan adama gelip parasını istemiş. Kiralayan adam demiş ki ‘ölüyü göreyim paranı vereyim' Bağajı açmış adamı göstermiş yaralı, ama ölmemiş olan köylümüz bakmış ki bu işin müsebbibi tanıdığı insan hem de köylüsü. ‘Yazıklar olsun sana bana niçin yaptırdın bu zulmü' deyince adam mafyaya ‘sen adamı öldürmemişsin ki paranı vermem' deyince iş tersine dönmüş. Bu sefer mafya onu takibe almış mafya bozuntuları. Artık kiralık tutan kişiyi günlük soymaya başlamışlar, elindeki avucundaki para bitmiş bu sefer evinden halı kilimleri almaya hatta hanımını alacağız diye tehdide başlamışlar. 

Bu durum köylülerimiz tarafından duyuldu. Tabi bu bir ar meselesi haline geldi, köyümüzün oradaki büyükleri devreye girdiler, ama bu Mafya Hasan'ı bir türlü ikna edemediler. Ne iyi laftan anlıyor ne başka şeyden anlıyor bu sefer de bütün köylülerimizi tehdit etmeye başladılar. Nerede yağcı görürlerse haraç istiyorlar, eza cefa ediyorlardı. (Devamı Cuma'ya)


Yazarın Diğer Yazıları