Konya Dağlarında Bir Yörüğün Hikayesi -I-

Bu yazımda geçmişten günümüze anlatılan ve yaşanan bir Yörük hikâyesini konu edeceğim. Yıl 1944/ 45'li yıllar. Her yıl sehilden (sahil) sürüsünü önüne katıp yükünü develerine yükleyip iç Anadolu dağlarına doğru gelerek yılın en az altı ayını yaylalarda geçirip mallarından aldığı döl (oğlak kuzu vs) ve katıkla birlikte tekrar sahile dönmeyi adet haline getirmiş Koca Yörük Duran Ağa. Eşi Sultan Gadın da bu yaşama uyum sağlamış iki billur gibi kız çocukları olmuş, onlar da 18-20 yaşlarındalar. Babalarının sağ kolu hatta yaşam kaynağı bu güzeller güzeli Yörük kızları. Duran Ağa, Rabbine bir oğlu olması için çok dualar etmiş ama Yüce Rabbinden bu isteği bir türlü gerçekleşmemiş.

Eh ne denir "o Rabbim her şeyi iyi bilendir” deyip kaderine razı olmuş. Kızları ve eşi ile bu dağlara gelip gitmeyi sürdürmüş.

Duran ağa ve eşi Sultan Hanım'ın oğulları olmamış ama kızları o kadar cesur o kadar korkusuz ve ataklarmış ki sanki ikisi de birer erkekten farksız. Biri davarları otlatıyor dağlarda, biri oğlak ve kuzuları güdüyor. Çadıra gelince de hiç ana babalarına iş bırakmıyor, davarı sağıyor, sütü pişiriyor, yağı peyniri katığı alıyor, babalarının pazarlaması için daima hazır bulunduruyorlarmış. Ne var ki onların her dağa gidişlerinde ana babanın içine onlar gelinceye kadar bir korku düşüyormuş.

Gel zaman git zaman bu İç Anadolu dağlarına çıkış devam etmiş demiştik ya, büyük kız Elmas her gün dağda koca sürünün başında akşama kadar hayvanları otlatıyor diye. Tabi gençlik gelmiş geçiyor, yaşı yirmisini biraz geçmiş. Bu yörede bir büyük köy var köy büyük arazisi de çok büyük dağı ormanı akarsuları malları doyuracak otlakiyeleri çok. Bu köyün de yüzlerce koyun keçiden oluşan büyük sürüleri var, tabi onlarında çobanları var. Bu çobanlardan biri ile Elmas günlük bir subaşında davarlar sulanırken karşılaşırlarmış.

Hayat ve zaman öyle devam ederken bazen azık karıştırıp yemek de yerlermiş. İşte böyle bir gün aralarında bir aşk kıvılcımı meydana gelivermiş ve ikisinin de içlerine bir sevgi ateşi düşmüş.

Bu büyük köyden olan çoban İrasim (Rasim) ise köklü ve zengin bir ailenin oğluymuş. Ailede çiftçilik var davarcılık var, babanın köyde geçerli olan bir sanatı var saygın aileler. Aile çok kalabalık. Ev reisinin ilk hanımından var altı çocuğu, sonraki hanımından var beş çocuğu derken ikisi kız olmak üzere tamı tamına on bir çocuk hem arkalı hem de saygın zengin bir köy ailesi.

Dağlar geniş, gecesi var gündüzü var. Hele çobanlar için zaman mefhumu yok her an bir arada olabilmek kabil. Bu minval üzere işte Elmas kız ile İrasim de her gün her saat bir aradalar. Davarları yan yana otlatıyorlar, sürüyü aynı çeşmelerden suluyorlar, bazen davar suladıkları çeşme başına başka sürüler onlardan önce gelmiş ise yöredeki kuyudan sürüleri sulamak mecburiyeti hasıl olur, bu işi güçlü kuvvetli olan İrasim üstlenir ve iki sürüyü de kova kova çektiği su ile sulayabilir.

İşte bu yakınlaşmanın sonunda aşk ateşi de sarıyor her iki genci ve bir sıcak yaz günü büyük olukları olan çeşmeden sularını içirip ardıçların gölgesine davarları yatırdıktan sonra iki genç de kollarını başlarının altına yastık yapıp karşılıklı bir ardıç gölgesine yatıp birbirlerini gözden ve gönülden süzmeye başlarlar. Süzüş ancak bir saat kadar sürer ama davarların istirahatı ikindiyi bulacaktır.

işte iki genç de bu uzun vakti değerlendirip şeytana uyarak birbirlerinin oluverirler. O yıllarda kırsalda böyle birbirinin oluvermek çok kabul edilebilir bir şey değildir. Bilhassa köy yerlerinde ne yöre insanı kabul eder böyle bir oldubittiyi ne de kız ve oğlanın aileleri.

Ne yapsınlar bu âşıklar ailelerine bu durumu açamazlar önlerinde hazine sayılacak bir davar sürüleri var bırakıp kaçamazlar bu durumda günler aylar ilerledikçe ya başka durumlar olursa ki olacak bu kaçınılmaz.

Korkulan olur Elmas kız hamile kalmıştır. Halktan ve ailelerden gizlenmesi zor olur bir gün kız oğlan konuşurlar oğlan bulunduğu ağıldan köydeki baba evine haber salar. Baba benim bir şehre gitmem lazım kardeşlerimin biri gelsin bir iki gün davarları otlatsın ben de işimi bitirip geleyim, yine sürüyü teslim alayım der. Bu gibi istekler normal karşılanır küçük kardeşi Mustafa gelir sürüyü otlatmak için teslim alır. Rasim çoban da o gün gece için anlaştıkları üzere sevdiği ve eşi olarak kabul edeceği kızın babasının yakınlardaki çadırına doğru gider ve sabah olmadan kızın sözleşme yerine gelmesini bekler ve kavilleştikleri o an gelmiştir. Sözünün eri olan Yörük kızı Elmas sabah olmadan sürü daha geldiklerinde yapmış oldukları seyyar çitlerin içinde iken kimseye haber vermeden koşar kendine eş saydığı Rasim'in yanına gelir. (Devamı gelecek yazıda)

Yazarın Diğer Yazıları