Ölüm Hak, Miras Helal…

"Yalan dünya hoştur amma, akıbeti mert olmasa!” derdi dedem rahmetli… Evet, dünya çok tatlı ama bilmediğimiz, görmediğimiz sadece Resülullah efendimizden ve hocalardan dinlediğimize, öğrendiğimize göre ahiret yurdu çok mert, hesabı da hayli zormuş.

"Andolsun ki İnsanoğlu hüsrandadır” der ya Asr suresi, hakikaten ziyandayız. Ancak ziyanda olduğumuzu bildiğimiz halde yine de dünyaya ve onun geçici güzelliklerine sımsıkı sarılmaktan geri kalmıyoruz. İnsanlar dünya için ayağında yarım pabuçla, açlıkla, toklukla eza cefalar ile çalışıp çabalıyor, mal mülk ediniyor, hem kendi geleceğini sağlama almak hem de çoluk çocuğuna bir şeyler bırakmak için canla başla çaba sarf ediyor. Bir gün vakit doluyor, vade yetiyor, çok sevdiği dünyaya mecburen veda ediyor. Çünkü yaradanın emri dünyanın kuralı böyle.

Elli, altmış, yetmiş, seksen ne kadar yaşarsa yaşasın son bu. Ancak ömür boyu sıkıntılar içinde veya refah içerisinde kazanıp da çoluk çocuğuna bıraktığı mallar acaba esas sahibi olan mevtaya ne kazandırıyor ne kaybettiriyor? Burada kazandığı az veya çok mal ile hem çoluk çocuğunu hem de ailesini geçindiriyor evlatlara arasında ayrım yapmadığına inanarak dünyadan göçüyor. Ölümünden sonra hocaların dediğine göre kabre kadar üç şey gidermiş vefat edenle, malı, evladı ve imanı ikisi geri döner birisi onunla kalır. Mal, evlat döner, iman kalır yanında. Evlatlar döner de ilk günlerin verdiği ölüm acısı ve ölenin yerinin boşluğu biter. Bazıları ardından yemek döker, bazıları mevlit okutur, hayır dağıtır. Bazıları da yapamaz…

Hepsi olağan şeydir. Bir yandan son yıllarda yeni bir adet meydana getirdik. Hemen cenaze dönüşü ölü evinde yapılan yemek ikramı. Ben bu âdeti hiç görmedim, duymadım bu yaşıma kadar… O ölümün telaşında bu iyi bir iş değil doğrusu. Evet, ölü evinde yemek yenir ama konu komşu ve yakın akrabalar o evin matemine ortak olmak için ölü evine yemekle gidip onlarla yemek yerler ve sohbet ederek bir aşrı şerif okuyarak gamlarını dağıtırlar. Bilinen âdetimiz buydu. Sonra bu yapılan iş fakir fukara ölü sahiplerini zora sokuyor bu böyle biline…Aradan geçen zaman bu acılar unutulur ve şu sözün gerçeği zuhur eder. "Ölüm hak miras helal… Haydi, bakalım mal bölüşmeye” denir. Bütün evlatların gönlünden geçen bir güzel mal vardır atadan kalan… Ne var ki, herkesin istediği kendisine verilmez. İşte burada "Tantana yaygara patırtı, gürültü, başlar gayri bunlar burada böyle dedikodu ve kavga gürültü yaptıkça ölen kişinin ruhu da bu kargaşadan nasibini alır rahatsız olur” derler büyüklerimiz. Çok malın bölünmesi zor olur sanırım. Yetmiş yılı geçen ömrümün altmış yılını hatırlarım şöyle kimselere duyurmadan sessizce mallarını bölüşenleri az gördüm. "Bazı kişiler ölümümden sonra kavga gürültü yapmasın evlatlarım” diye bütün malını sağlığında çocuklarına bölüştürür, ama bu da iyi bir şey değildir. Hani eskilerin deyimi ile ölmek var ölememek var diye… Adam ölemez de uzun yatak bir hastalıkla karşılaşınca adını anan halini soran olmuyor. Perişanlık çöküyor o sağlığında malını verenin üzerine. "Onun için derler ya sağlığında evlatlarına mal verenin g…tüne gitsin öküz boynuzu” diye.

Daha evvel bir köşemde yazmıştım ama hatırlatmak için yine bahsedeyim. Adamın biri evlatlarına mallarını dağıtmış sonra hastalanıp yatağa düşmüş. Bir gün bir ay bir sene bakıyor ki halini soran yok. Tanıdığı bir marangoz ustasını çağırır "Şöyle ufak ama muhkem bir sandık yap ağzına da güzel bir kilit yap oğul” der yaptırır. Onun içerisine bir ölmüş öküz boynuzu, kovan yerine de bir ufacık yazılı kağıt. Sandığı kilitler, çocuklarını çağırıp derki "Evlatlarım bunun içerisinde benim bütün varlığım var bu ben nereye gidersem yanımda olacak” deyince çocukların gözleri fal taşı gibi olur, "Acaba ne kadar para var altın var bu sandıkta” diye. Artık babayı bölüşemez hale gelirler, "Sende kalacak, ben bakacağım, yok sen iyi bakmazsın” derken sandık hep yanında gidiyor. Bir gün adamın eceli doluyor, ölüyor. Şimdi evlatlar sandığı kime bıraksınlar ölüyü gömüp gelinceye kadar anaları sağmış ona bırakıp işi garantiye almışlar. Babalarını defnedip gelmişler, hemen ilk işleri sandığı açmak olmuş. Bakmışlar itina ile açılan sandıktan bir boynuz çıkar. İçerisindeki kağıda bakarlar ki işte o yukarıda yazdığım yazı var. Evlatlar kızmış ama adam ömrü hitamında hatasını telafi ederek itibar görmüş, rahat etmiş.

***

Oğlan iki, kız bir

Atalarımızdan duyup öğrendiğimize göre şer-i kanunda ata malından oğlan iki hisse, kızlar da bir hisse alır denir. Bu başka yerlerde başka başka uygulanıyor benim duyduklarıma göre. Bazı yerlerde kıza hiç mal vermezler hatta kadınlara evde kurban bile kesmezler. Adeta eski cahiliye devrinden kalma adetleri tatbik ederek kızları horlarlar. Ben bir hoca değilim ama yaşamım boyunca edindiğim, hocalardan öğrendiğim birçok şeyi unutmadım.

Bizim köyümüzde ve civarımızdaki köylerde bunun taksimi şöyle yapılırdı. Mallar ikiye ayrılır bir kısmına "Kara mal”, diğer kısmına "Tarla” denirdi. Kara mal sınıfına girenler, ev, arsa, çayır, bahçe, davar kısmı, sığır kısmı ve vereseye kalan var para kısmı. İşte evlatlar bu kara mal kısmını yarı yarıya eşit bölüşür. İş tarlaya gelince oğlan iki alır kızlara bir hisse verilirdi. Şimdi dünya malı tatlı olduğu için bu ayrım yapılmıyor. Yeni kanuna göre herkes eşit miktarda vereseden hissesini alıyor. "İyi yapmadınız şeraitin dışına çıktınız” diye uyarılırlarsa da "Bizim kabahatimiz yok kanun çeksin cezasını” deyiveriyorlar. İşte büyük atalarımız bu söze çok kızarlardı ve "Kanun ceza çekmez, siz çekersiniz uygulayan sizsiniz” deyip fikirlerini söylerlerdi.

***

Maylı Deli Hoca

Yöremizde Maylı Deli Hoca diye bilinen alim bir adamdı Mustafa Çaltaşı, Hoca Efendi.(1887- 1963) Mekanı cennet olsun. Bunun ilmi bilgisini bilen iki zat bir Cuma günü evine varıp bu mal taksimi konusunda "Kızlar neden bir alır da oğlanlar iki alır” demişler. "Bugün cumaya gelin hutbede bu konuyu anlatacağım” demiş merhum. Gelenlerin yakın köyden bir adamın damatları olduğunu biliyormuş Hoca Efendi. Cuma vakti gelmiş, hoca hutbeye çıkmış başlamış verese taksimini konuşmaya… "Evet, tarla kısmından oğlan iki alır kızlar bir alır şayet kızın gittiği yerde başına bir hal gelirse baba evine kardeşinin yanına döner, o bıraktığı hisseden faydalanır kimseye yük olmaz” deyince damatlardan biri ayağa kalkar. Olur, mu böyle şey hocam bu haksızlık o da evlat” deyince hoca hiddetlenir. Zaten adı üstünde deli hoca o adama galiz bir söz ile "Otur ulen yerine Allah öyle emretmiş sen nice oluyorsun d…yus” deyivermiş, yakın köylüsü… Merhum bir Bünyamin amcamız vardı. O hadisede camide olduğunu söylerdi ondan dinlemiştim, 30 yıl kadar önce bu hadiseyi…

Allah rahmet eylesin, hak yolunda olup da göçüp gidenlere…


Yazarın Diğer Yazıları