Postal ve Kabaralı Kundura –II-

DEDE KÖYE GELİYOR…

Bu arada Ramazan'ın hayatında önemli değişiklikler olacak, hayatın gerçeklerini öğreneceği birçok olaylar meydana gelecektir. Artık İzmir'deki dedesi, Konya'nın kırsal köylerinden birinden aldığı ikinci hanımı vefat ettikten sonra ondan kalan iki öksüz oğlu eski eşinden de iki oğlu ile tam beş tane erkek evde kadınsız kalıverirler.

O yıllarda teknoloji bu kadar ileri değil, çamaşır bulaşık makineleri filan yok. Mehmet Efendi çaresiz kalınca İzmir'de iki hanımla daha ardı ardına izdivaç yapar, ama hiç biri ile de mutluluğu yakalayamaz, ikisinden de ayrılır. İlk hanımından olan büyük oğulları artık kendilerini koruyacak yaştadırlar, ama sonraki hanımdan kalan çocukların daha ebeveyne ihtiyaçları vardır.

Nihayet Mehmet Efendi bu. Ne de olsa kendisine yaban sayılan ekmek kazandığı İzmir'den ayrılıp Konya'daki köyüne gelmeye karar verir. Çünkü köyünde bir başkasının sadece bakımını yaparak oturduğu evi ve ekip dikecek kadar tarla tapanı vardır. İki çocuğu ile köyde işe yarayacak eşyalarını alıp trene yükler göçer gelir. Gelir de, 15 yıldır başkalarının göçebe olarak oturduğu evi çok bakımsızdır tamire ihtiyaç vardır. Onun için Mehmet Efendi köydeki durumu iyi olmayan fakir ama çok hamarat, kocası sürekli bir dertten hastalık çeken kızının evine geçici olarak yerleşir. Kızının evinde 5 nüfus vardır üç de bunlar eklenir ve tam sekiz nüfus oluverirler.

Hani bir söz vardır eski atalarda "Köy köy üstüne olur da ev eve üstüne olmaz” derler ya ilk günlerde yılların hasretliğinin verdiği güzellikler çabuk sona erer. Sebebi evin hanımı babasına saygısından dolayı en iyi bakımlı hem de döşeli odalarını onların oturumuna açar. Evin esas sahibi diğer aile fertleri büyük bir darlık içerisine girerler. Bu da evin içerisinde büyük bir tedirginlik yaratır.

SÜT KOKUYOR…

O yıllarda bu fakir ailenin ahırında inek yoktur ağılında davar yoktur yani ev halkı süt yağ denen beyaza hasretler, ama her sabah çocukların annelerine bir feryadı var "anne süt kokuyor”. Anne şaşkındır "Acaba babam süt mü alıp da içiriyor parası ile evlatlarına” diye. Yok öyle de değil… Meğer o yıllarda ABD'nin Marshall yardımı diyerek Anadolu köylerine kutular içerisinde dağıttığı süt tozu, yağ, peynirler yokluklu kimselere büyük bir katkı yapmıştır. Zaten insanlar yoklukludur. Bu verilen yardımlar sofralarını zenginleştirmiştir, ama ne var ki İzmirli dede torunlarından ayrı bir odada beraber yattığı İzmir'den gelen çocuklarına süt tozundan gaz ocağının üzerinde kaynatıp süt içiriyor. Bu da evdeki esas ev sahibi olan çocukların burnuna kokuyor. Bu durumdan mustarip olan evin hanımı anne yerleşik misafir olan babasına yaptığının yanlış olduğunu söylese de adam bunu bir hakaret sayıp kızını azarlıyor. O garip de ataya saygısından dolayı olayları örtmeye çabalıyor.

BARDAĞI TAŞIRAN DAMLA…

Bir gün evde hazır yemekten sıkılan dede evdeki iki merkebi salıyor. Bir de komşulardan merkep alıyor büyük oğlu ile torunu Ramazan'ı da yanına alıp yakın bir yayla olan eski tanıdığı insanların bol olduğu yerden yakacak için çalı toplamaya gidiyor. İzmir'e gideli bu işleri ne de olsa unutmuş olan dede oradaki tanıdıkların yardımı ile toplanan düzensiz çalıları merkeplere sarıp köye gelirken yolda merkeplerin ayaklarına dolaşan çalılardan merkepler yürüyemez oluyor, ama bu kendi hatasını oğlunun da kışkırtması ile dede minnacık torunu ramazanın beceriksizliği sayarak Ramazanı yolda bir güzel tokatlıyor.

Orada iyice dolan ramazan eve gelince annesinin kucağına atlayıp hüngür hüngür ağlamaya başlayınca ana ciğeri beyninden vurulmuşa dönüyor. Zaten hasta bir kocası vardır o çocukları için saçını süpürge etmiştir ve babasının karşısına dikilip "Bu böyle gitmiyor baba bunun başka bir yolu olmalı artık kendi evinize taşınsanız ben sizin ekmeğinizi filan yaparım” deyiveriyor.

İşin şakası olmadığını ve hatasını anlayan Mehmet Efendi komşulardan köyden rica ediyor "Bana bir hanım bulalım ne olursunuz!” diye parası olduğu için köyden çok yaramaz çirkef bir kadın buna tavsiye ediliyor kadına da Mehmet Efendi'nin zenginlik durumu anlatılınca kadın da "Evet” diyor.

Yine evlat, evin kadını babasına "Bu kadını alma baba bu kadın köyde çirkeflikten yana tektir” seni güldürmez dese de bu sefer kızına iyice kin tutan Mehmet Efendi yapılan

ekmekleri bile hatalı sayıp komşulara kızını şikayete başlıyor. Kızı da "Bunu sen istedin” diyerek kendi haline bırakıyor.

Çok virane olan Mehmet Efendinin evini temizlemeye gidiyorlar. Bütün ev halkı evin büyük kızı anne İzmir'den gelen oğullar ve Ramazan -evde yüksekçe sert ve parlak siyah taştan yapma bir merdiven vardır- evin ahır kısmı olan aşağı katına inmek için çocuklar bu merdivende koşturmaca kovalamaca oynamaya başlıyorlar. Ortalık yaz günü ve hayli sıcak olmasına rağmen dedenin kışın geldiğinde oğulları ile beraber Ramazana da almış olduğu altı kabaralı postal kundura vardır ayağında. Ramazanın zaten başka ayakkabısı da yoktur. Onlarla merdivenlerden koşarken ayağındaki kabaraların taşlardan kayması ile on ayak merdiven birden uçup aşağı düşer ve beli alt merdivenin kenar taşına tutar. Ramazan orda nefes alamadan kıvranarak öldü sanılır ve yanındakiler tarafından terk edilir korku ile… Kimseye ses edilemez, ama annenin sanki içerisinden bir şeyler kopmuşçasına o tarafa doğru bir çeken olur ve bakar ki oğlu gözleri dönmüş, ölmek üzere. Başının iki tarafından tutarak ayağa doğru şiddetle kaldırır ve o anda nefes almaya başlar küçük Ramazan. Dedesinin aldığı o postalları "Bunlar da gönülsüz alındığı için başıma bir iş getirecek” diyerek orada çıkarıp evlerine kaçar gelir.

Evler temizlenir ve nihayet dedenin yeni alacağı kadınla nikah yapılıp bir gece kendi evlerine giderler. O günde ablalarında kalan İzmir'den gelen çocuklar da ertesi günü giderler ama Mehmet Efendinin mutluluğu daha bir ay bile sürmez ve yeni kadın bütün çoluğu çocuğu evden attırır başkalarına çırak çoban eder. Biraz ablalarında kalan çocuklardan büyüğü yine İzmir'e kaçar gider küçüğü çok perişan olur. Başkalarının oğlak ve kuzularını güderek oda biraz kendini toparlayınca kaçıp gider İzmir'e ve nihayet son zamanlarına kadar karıdan yana sefil ama paradan yana zengin olan Mehmet Efendi çaresiz başka köylere imam olur.

Nihayet yaşı ilerler ve hastalanır sonradan aldığı kadın da ona bakmaz ve nihayet horladığı kundurasını ayağından aldığı torunu Ramazan ve onun helal süt emmiş eşi tarafından çok güzel bakılan çamaşırları yıkanan yemekleri yapılan sobası yakılan Mehmet Efendi hakkın rahmetine kavuşur.

Son dua ettiği sevgili torunu Ramazan ve eşi ise belki onun duası ile belki ana babasının hayır duaları ile halen mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamaktalar. Onlar da hayli yaşlanmalarına rağmen bu saygın durumları devam etmektedir


Yazarın Diğer Yazıları