Anne Özlemi!

Sevgili gönül dostlarım, yüce kitabımız Kur'an; "anne ve babanıza öf demeyin…” hatırlatmasını yapar, daha doğrusu ikaz eder bizleri. Bizlere; "eğer iyi iş yaparsanız, iyi davranış sergilerseniz, dünyanız cennet olur” müjdesini verir.

Anne ve babamı küçük yaşta kaybettim. O zaman çocukluktan mıdır, bilmem acılarını hissedemedim. Ama yıllar geçtikçe içime oturuyor yoklukları, sol yanım kan ağlıyor! ne zaman anne ve baba sözü açılsa, ne vakit onlarla ilgili; şarkı, türkü, şiir ve hikaye dinlesem gözyaşlarım sel oluyor. Aynen benim gibi bir gönül dostu da annesiyle ilgili bir anısını paylaşmış;

"Önce telefon, sonra mail girdi hayatımıza. Ama o bana hep mektup yazdı. Üniversiteye gittim, mektup yazdı. Askere gittim, mektup yazdı. Çalışmaya başladım, mektup yazdı. Başka bir ülkeye yerleştim, mektup yazdı. Hep yazdı. Zeytin ve salça gönderdiği paketlerin içinde bile; "Canım Uğurcuğum” ya da "Uğurcuk” diye başlayan bir mektup olurdu hep.

Ah o mektuplar! Her okuduğumda, hiç büyümediğimi, hep çocuk kaldığımı hatırlatan mektuplar! Hala ana kuzusuyum ya. Evet,”Üşütmeyeceğim”. Evet "kendime iyi bakacağım”. Meğerse yıllarca, o mektuplar sayesinde, hiç bitmeyen çocukluğumun tadını çıkarmışım da farkında bile olmamışım. Satırların arasında ona sarılmış, onun sıcaklığıyla ısınmışım.

Geçen yılın Mayıs ayı, Mayıs ayının ikinci Pazar günü telefon ettim. Sesimi duydu mutlu oldu, sesini duydum günüm aydınlandı. İyi miydim? Neler yapıyordum? Ne zaman Türkiye'ye gelecektim? Konuştuk doya doya. O, benim gözlerimden öptü, ben onun ellerini öptüm. Ayrıldık, bir daha görüşmek üzere.

Ama görüşemedik. Sıcak bir Haziran günü vurdu kötü haber. Canım annem, biricik annem! "bir ömürlük misafir” olduğumuz bu dünyada beni herkesten çok, daha fazla seven annem! Kanatlanmış, melek olmuş, sonsuzluğa uçup gitmişti.

Oysa temmuz ayında onun yanında olacaktım. Mektup ve telefonlarda buluştuğumuz onca yıldan sonra nasıl da hazırlamıştım kendimi, onunla geçireceğim günlere. Olmadı, sağ salim kavuşamadık birbirimize!

O gün bugündür, posta kutum öksüz, telefonlar suskun. Nazım Hikmet şöyle der; "en fazla bir yıl sürer, yirminci asırlarda ölüm acısı.” Ama ben bu acıya hiçbir zaman alışamadım. Alışmak da istemiyorum. Ağlıyorum zaman zaman, gizli gizli. Annem aklıma düşüyor durduk yerde. Ona özlemle sarılmak, pamuk saçlarını okşamak, gül yüzünü öpmek istiyorum.

Eski mektuplarımı okuyamıyorum. Denedim, yapamadım. Gözlerimden sicim gibi yaşlar süzüldü ilk satırlarda. Onun yokluğunda, o satırlarda sesini duymak, dayanabileceğim bir şey değildi. Nazım Hikmet'in şu şiiri ne kadar manidar;

"Paydos diyecek bize bir gün tabiat anamız,

Gülmek, ağlamak bitti çocuğum.

Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak,

Görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat.”

 

Hoşça kal sevgili anneciğim! (ugur@gundogmus.com)

 

 

Bana Sor

 

Bin dokuz yüz altmış beş, dert boyum aştı,

Mevsim yaz, velakin yüreğim kıştı.

Annemin ölümüyle feleğim şaştı,

Öksüzlük derdini bir de bana sor!

 

İkisinin arası, çok kısa, üç aylık zaman,

Bir anda yok oluş, halim pek yaman,

Dört kardeş döküldük, aman ki ne aman.

Karanlık dünyayı gel de bana sor!

 

Yaşım o zaman on beşti, çocuktum belki,

Çocukluk hayalime darbe vuruldu, bu ilki,

En acı, unutulmaz, derin yaraydı bu yılki,

Hayatın acısını bir de bana sor!

 

Anasız yavrular, yolumuzdan geçmez oldular,

Anasız- babasız kuşlar uçmaz oldular,

Merhumun diktiği çiçekler açmaz oldular,

Boynu bükük kalmayı bir de bana sor!

 

 

Babam da erkenden gitti dünyadan,

Bir şey kalmadı, hayallerden rüyadan,

Hala unutmadım onları özlüyorum buradan,

Baba özlemini bir de bana sor!

Yazarın Diğer Yazıları