Bugün Şeb-i Arus

Mevlana, ölüme gülümsüyor. Zaten ölüme gülümsemeseydi, ölümü; "ŞEB-İ ARUS” olarak nitelemezdi. Mevlana'yı ölüme gülümseten, ölümü düğün gecesi kılan duygu; "Ben Kur'an'ın kölesiyim, Muhammed Mustafa'nın yolunun tozuyum” anlayışıdır.

"Ey kardeş, 'Uyku, ölümün kardeşidir.'. O kardeş, bu kardeşten belli olur." (Mesnevi, İV/3084)

Sabahleyin uykudan uyanmak da, mahşerde dirilmenin bir örneğidir:

"Sûrun üfürülmesi Hakk'ın bir emridir. Onunla bütün halkın bedenleri yerden kalkar.

Sabah uyanınca aklımız nasıl bedenimize geliyorsa, herkesin canı da öyle bedenine girer.

Her ruh, kendi bedenine girer. Kuyumcunun ruhu, terzinin vücuduna girmez.

Sabah vakti küçük haşirdir. Büyük haşiri ondan kıyas et.

 

Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.

Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek,
Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?


Mevlana, ölümü kötü ve ümitsizlik verici bir şey değil, Yaradan ile birleşme olarak tanımlamıştır. O yüzden Konya'da her 17 Aralık gecesi Şeb-i Arus' gecesi olarak kutlanır. Çünkü Hz. Mevlana; ölümü sevgiliye kavuşma anı yani düğün gecesi (Şeb-i Arus) olarak kabul etmiştir.

Hz. Mevlana için ölüm, sevgiliye kavuşmaktır. Bir gazelinde ölüm hakkında şöyle der:

Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma...
Benim için ağlama, yazık, vah vah deme;
Şeytanın tuzağına düşersen, o zaman eyvah demenin sırasıdır,
Cenazemi gördüğün zaman firak, ayrılık deme,
Benim kavuşmam, buluşmam işte o zamandır,
Beni toprağa verdikleri zaman, elveda elveda demeye kalkışma,
Mezar, cennet topluluğunun perdesidir.
Batmayı gördün değil mi? Doğmayı da seyret, güneşle aya gurûbdan hiç ziyan gelir mi?
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?'

O bir Hak dostu ve Peygamber aşığıdır. Kendi zamanının en büyük müftüsü, sufi, arif ve âşıklarından birisidir. Hem kendi zamanını hem de kendinden sonraki zamanları derinden etkilemiş ve hala daha da etkilemeye devam etmiştir. Mevlâna, İslam dinini, şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayan kişidir. Düşünce, tecrübe, birikim ve duygularını, öğrencileri ve çevresi aracılığı ile sonraki nesillere aktarmıştır:

"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır."

Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.'

Herkes kendi zannınca dost oldu bana, kimse aramadı içimdeki sırları ama'

Hz. Mevlana, hayatı boyunca Kur'an hükümlerinin adabına riayet ederek, Allah'ın haram kıldığı şeylerden çekinmiş; kendi ilmini, irfanını, benliğini ve tüm varlığını Hz. Muhammed'in varlığında yok etmiş, gerçek takva sahibi bir şahsiyettir. Mevlâna, aziz ve yüce bir üstattır, bir filozoftur. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve her şeyi ile yüceliği öğreten bir hal abidesidir. Peygamber'in gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir. Onun için, soyut bir Allah sevgisi yerine, somut bir sevgi, yani Hakk'ı halkta ve halkı Hak'ta sevmek gerekir.


Yazarın Diğer Yazıları