Cengiz Dağcı

İmam Hatip Lisesi yıllarındaydı. Edebiyat öğretmenimiz;

-"Çocuklar, Cengiz Dağcı'nın romanlarından birini okuyup gelecek ve burada anlatacaksınız, size sözlü notu vereceğim” demişti. Bendeniz de, "O Topraklar Bizmdi” romanını okumuştum. Okudukça heyecanlandım, heyecanlandıkça kitabı bir an önce bitirme durumuna girdim. İyi ki okumuşum, iyi ki böyle bir yazardan haberdar olmuştum.

TYB'de "Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı” anlatılacağı haberini alınca gitmek, üstadı daha yakından tanıma şansını yakalamak istedim.

Yazar İsa Kocakaplan, Cengiz Dağcı'nın, II.Dünya Savaşında Türklerin yaşadığı drama ve trajediye bire bir tanıklık ettiğini, yazdığı eserlerle Türk Milletine Ruslar tarafından yapılan sürgün ve katliamları dünyaya duyurduğunu söyledi. Yakından tanımış, evine misafir olmuş olan yazar, dağcı hakkında şu ilginç ifadeleri kullandı;

"Cengiz Dağcı eserlerinde engin bir vatan sevgisi, din sevgisi, derin bir insan sevgisi vardır. Eserleri dünya kalitesinde eserlerdir, verdiği mesajlar evrenseldir. Onun eserlerinde milletleri millet yapan en bariz özellikleri görüyoruz. Vatan sevgisi, din sevgisi ve insan sevgisi. Eserlerinde millî duygular yüksek seviyededir.

Cengiz Dağcı 2011'de vefat ettiği zaman Hıristiyan mezarlığına gömülecekti. Müslüman mezarlığına ve İslami usule uygun olarak defnedilmesi için damadına bir mail gönderdim. Karısı Regina'naya Müslüman usulüne uygun olarak gömülmesi için vasiyette bulunduğunu hatırlattım. O zaman Türkiye Gazetesinin Londra muhabiri Mustafa Köker Dağcı ailesini sık sık ziyaret ediyordu. Cengiz Dağcı, ölümünden birkaç sene evvel ağır bir ameliyat geçirmiş. Karısı Regina Mustafa Köker'e, "Mustafa, bu ağır bir ameliyat. Muhtemelen ölür. Ben Hıristiyan'ım fakat o Müslüman. Cenazenin İslami usullere göre defnedilmesine yardımcı olur musunuz? O da yardım edeceğini söyler. Dağcı, vefat ettiği zaman bana da bir mail geldi. Öğrendim ki Hıristiyan mezarlığına defnedecekler. Ben hemen müdahale ettim. Damadının böyle bir vasiyetten haberi yokmuş. O sırada Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da araya girerek Cenazenin doğduğu topraklara defnedilmesi için girişimlerde bulundu. Gurzuf'a bağlı doğduğu köy olan Kızıltaş'a defnedildi. Cenazesine katılmak ve memleketine götürmek bana da nasip oldu.

Cengiz Dağcı Kırım'ı 20. Yüzyılda Demirperde'den çıkaran insandır. O bu eserleri yazmasaydı ne Kırımdan haberdar olacaktık ne de Kırım'da uygulanan Kolhoz sisteminden. 1931 yılında çiftliklerine Rus devleti el koymuş ve devletleştirmiş. Kendi topraklarında işçi duruma düşmüşler. Kendi bağlarında çalışmak için Rus hükümetinden izin istemişler. Bir gün babası vaktiyle kendilerinin olan üzüm bağını çapalarken asmanın yapraklarını okşayıp sevmiş ve ağlamış. Bunu gören Rus yetkililer "senin yüreğinde vatan sevgi dolu” diyerek adamcağızı hapse atmışlar. 3 ay hapis yatmış. Çıktıktan sonra Ak Mescit'e taşınmışlar. Babasının mesleği berberlikmiş. Orada berberlik mesleğini icra etmişler. Tuttukları ev bir odadan ibaret… Beş odanın hepsi avluya açılıyor. Tuvaletler ortak. Bir odada 9 çocuk, 2 de anne baba toplam 11 kişi kalıyorlar.

Cengiz Dağcı, ortaokulu ve liseyi böyle kalabalık bir ortamda okumuş. Enstitüye başlamış ve bu esnada oranın yatakhanesinde kalarak ailesinin yükünü biraz olsun hafifletmiş. Ne yazık ki Enstitüyü bitiremeden askere alınmış.

Dağcı edebiyata şiirle başlamış. 1939'da Edebiyat Mecmuasında "Söyleyin Duvarlar” adlı şiiriyle doğum gününün başladığını Yansılar adlı Romanında ifade ediyor. Şiirin hikâyesi Kırım'da Han Saraylarını gezmeye gidiyor, çok duygulanıyor ve bu şiiri yazıyor.1940 yılında askere alınıyor ve Ağustos 1941'de Almanlara esir düşüyor. "Korkunç Yıllar”ı ve "Yurdunu Kaybeden Adam”ı bu yıllarda yazıyor. 8 ay esir kampında kalıyor. -30 derecede bir barakanın içinde kalıyorlar. Her gün yanıbaşında birkaç kişi donarak ölüyor. Bu arada Yahudileri öldürmeye başlamışlar. Tabi Türkleri de öldürüyorlar. Yahudileri tanımak için sünnetli olduklarını söylemişler. Türkler de sünnetli olduğu için ayırt edememişler ve onları da öldürmüşler. Daha sonra Müslümanların da sünnetli olduğunu öğrenmişler ve öldürmekten vazgeçmişler.

Esir kamplarında bulunan Türklerden Türkistan Lejyonu kurmuşlar. Türkistan Lejyonuna seçildikten sonra Cengiz Dağcı'nın durumunda biraz iyileşme olmuş.
1942 Eylül'ünde 2 haftalık bir izin alarak memleketi Kırım'a dönmüş, Kızıltaş'taki evlerine gitmiş. Bu arada Kırım Almanların işgalinde. Almanların Türklere uyguladığı zulmü görünce halkın Rus zulmünü arar olduklarını hissetmiş. Evlerini Ruslara vermişler, Ruslar oturuyor. İznini tamamlayamadan Varşova'ya geri dönmüş.

1944'te Varşova'ya döndüğü zaman İstasyon'da, sonradan eşi olacak olan Regina ile karşılaşmış. II. Dünya Savaşının bitmesine yakın mülteci kampları kurulmuş. Müslümanların kampı farklı bölgede, Regina'nın kaldığı kamp da Varşova'da. Dağcı, Regina için Varşova'da kalmış.

Mülteci Kampında Zöhre Karabacak(Zöhre Uyguner)'la tanışıyor. Onun eşi Macit Bey ise Dağcının esir kampından arkadaşı. Müslüman Mültecilerin bir kısmı Türkiye'ye ve diğer Türk beldelerine gitmiş. Cengiz dağcı ise Regina ile beraber Finlandiya'ya, oradan Edinburg'a ve daha sonra II.Dünya savaşında yerle bir edilen Londra'ya gitmiş. Burada eşi ile birlikte lokanta işletmeye başlamış. Hem lokanta işletiyor hem de memleket özlemi çektiği için peş peşe romanlarını yazıyor. Cengiz Dağcı Londra'da kaldığı 62 yıl boyunca İngilizce olarak sadece 3 kitap yazmış. Geri kalan eserlerinin tamamı 21 yılını geçirdiği Kırımla ilgili. Kızıltaş köyü, evi, anne-babası, dedesi, komşuları ve büyükleri ve onların hayatı, memleket özlemi oluşturuyor. Cengiz Dağcı'nın başarısı yaşadığı coğrafyadan çıkarılmasıdır. Yoksa yerinde oturup kalsaydı, memleket hasreti çekmeseydi bu eserleri nasıl yazacaktı. Gurbet hayatı yaşadığı için acılarını, özlemlerini, çektiği çilelerini kâğıda döktü. Eserlerinde görülen "İhtiyar Savaşçı” Cengiz Dağcı'nın ta kendisidir.

Gençlerimize böylesine memeleket sevdalılarını anlatmak, okutmak gerekir diye düşünüyorum. İyi ki böyle programlara imza atıyor TYB Konya Şubesi. Teşekkürler.

 


Yazarın Diğer Yazıları