Dava Adamları Unutulmaz

Öğrencilik yıllarımızda Necip Fazıl'ın konferanslarını dinler, dinamizm kazanırdık. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Necip Fazıl, toplumun çimentosu olmuş, kenetlenmeyi ve milli manevi açıdan şuurlanmayı sağlamıştır. Necip Fazıl tazgahından yetişenlerde; idealizm gelişmiştir.

İslam davasına gönül verenler, milletin gönlünde taht kurar. Necip Fazıl için; "Yokuşlarda susayan şair” dense yeridir. Sakarya türküsünde bunu açık ve net olarak görürüz.

Dava adamlarını unutmamak, yeni dava adamları yetiştirmek için; "ANADOLU MEKTEBİ” adıyla yola çıkılmış, gençlerimizin gönlünde dava filizleri oluşturmak için kültür faaliyetleri bütün hızıyla devam ediyor. Emeği geçenlere teşekkür ederim.

TYB KONYA ŞUBESİNDE Anadolu Mektebi Konya Grubu öğrencileri "Doğumunun 115'inci; Vefatının 36'ıncı Yılında Necip Fâzıl'ı anlattılar.

Öğrenciler, Necip Fazıl'ı; "Mistik Şehrin Şairi” olarak değerlendirdiler. Üstadın şiirlerinde; tefekkür, şuur, derin manalar gizlidir. Her mısraı, insanın beynini zonklatır.
Mistik şehrin şairi… Üstad Necip Fâzıl, 26 Mayıs 1904'te dünyaya gözlerini kadim şehir İstanbul'da açar. Doğduğu an âşık olmuş, bağlanmıştır bu şehre. Belki hayatının belirli dönemlerinde ayrılmak zorunda kalmıştır ama dayanamayıp geri dönmüştür sevgili şehrine. Hatta özlemi, sevgisinin kat kat artmasına vesiledir. Canım İstanbul şiirinde bunu anlatır.

Necip Fâzıl şiirleri ile estetiğe, inancı ile din ve ahlâka ışık tutmaya çalışan üstattır. Necip Fâzıl'daki kavramlaştırma süreci Rusell'ın"soyut ve somutun tüm taleplerini karşılama ve bunları uyumlu hale getirme şeklindedir.

Necip Fâzıl'a göre dikkatli okunmak şartı ile felsefeden yararlanmanın pek çok yolu vardır; ama kendi ifadesi ile "bu iş salt akılla olmaz, akılsız hiç olmaz.”

Necip Fâzıl'ın hem felsefeye hem de tasavvufa "zıt” bir tavır sergilemesinin sebebi güneşin aydınlattığı engin bir deniz gibi gözleri kamaştırıverir. O her ikisini de "yetersiz” görüyordu. O sabit duran dinin etrafında aklıyla hakikati arıyordu. Şiir yazmasının ana gayesi de mutlak hakikati aramaktır.

Necip Fâzıl Eserlerinde kimi zaman hırçın dalgalarını ıssız kumsallarda boğmaya çalışan bir deniz gibidir.

Her karakteri denizin bir anını yaşar gibi şekillenir zihnimizde. Gelgitlerini hayata geçirdiği karakterleri bizleri kendine hayran bırakır adeta, çünkü bu karakterlerin hepsi bize Necip Fâzıl'dan bir parçayı anlatır. Her bir karakterde onun iç dünyasını kendi içindeki çatışma ve arayışı fark etmeye bir adım daha yaklaştırır.

Necip Fâzıl, Abdulhakim Arvâsî ile tanıştıktan sonra sadece şair veya edebiyatçı olarak kalmamış, hayatını İslâm hizmetine ayırmış kişilerden olmuştur. Necip Fâzıl, Abdulhakim Arvâsî'yi tanımadan önceki şiirlerinde arayış, korku, yalnızlık gibi kavramlar kullanırken şeyhini tanıdıktan sonra Allah ve Din kavramlarını arayışına cevap olarak görür. Necip Fâzıl bu süreci Allah'ı, dini emir ve yasakları, canlı cansız bütün varlıkları, insan ve insana taalluk eden sanatı ve siyaseti başka bir açıdan tanıma ve tanımlama olarak görür.

1934'ten sonra Necip Fâzıl'ın tek gayesi İslâm'a hizmet olmuştur. Necip Fâzıl galibiyetin sadece İslâm'a ait olduğunu, yönetim, öğretim sistemlerinin düzelmesi gerektiğini, hayatın her köşesinde İslâm'a dâvetin yapılmasını savunmuştur. Necip Fâzıl, hayatın iksirini, her derdin dermanını, her şeyin kaynağını, Kömünizm ve Kapitalizm gibi bütün beşerî sistemlerin gerçekleştirmekten aciz kaldığı her şeyi, İslâm'da görmüştür.

 

Sakarya Türküsü

 

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kaf dağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, göz yaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

(1949)

Necip Fazıl Kısakürek


Yazarın Diğer Yazıları