İSLAM’IN; “İ”LERİ: İFTAR, İMSAK, İHSAN VE İNFAK…

Değerli gönül dostları, bugün üzgün ve yaslı Ramazanın 14'ü. Yarın yarılamış olacağız. Bu yıl kader böyle tecelli etti. 

Yunus şöyle der:

Hoştur bana senden gelen:

Ya hilat-ü yahut kefen,

Ya taze gül, yahut diken..

Kahrında hoş lütfun da hoş.

Konferanslarımda, söyleşi ve sohbetlerimde sık sık; "İslam'ın "İ”leri” ni dile getiririm. Buna; "Kur'an'ın "İ”leri”, "Allah'ın "İ”leri… de diyebiliriz. Bu kavramların içlerinin doldurulması, somutlaşması gerekir. 

İftar; açmak anlamındadır. Kalbimizi, gönül kapılarımızı, gönül dünyamızı bütün varlığımızı güzelliklere açmak. Ne kadar insani davranış varsa, insanı insan yapan tüm güzelliklere, "merhaba” demek, "İLLA”ya kapı aralamaktır. 

İmsak; tutmak anlamındadır. İslâmî olmayan, hak rızasını bulmayan, gönle dolmayan, bütün tagutlara kapılarımız kapatmak, kısaca; "LA”lara geçit vermemektir.  İhsan; Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmektir. Biz Allah'ı göremesek de o, bizi görüyor. İşte hayatımızın can alıcı noktası burası. Bir insan, ihsan anlayışı içinde olduğu zaman; yalan söyleyebilir mi? Zina yapabilir mi? hak yiyebilir mi? "komşusu açken, kendisi tok yatabilir mi? İhsan anlayışı, insan anlayışıdır. "Adam olmanın” en temel özelliğidir. Temiz toplum, ihsanla ortaya çıkar, kardeşliğe ihsanla adım atılır.  

İnfak; Müslümanların yardıma ihtiyacı bulunan kimselere (Maddi manada) yardımda bulunmasıdır. Allah'ın rızasını kazanmak adına muhtaç kimselere nafaka vererek geçimini sağlamada yardımcı olmaktır. Bir alıntı yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum;

"Kapı çaldı. Bir çocuk bir su bardağı uzattı. İftara bir saat kadar vardı:

- "Abla" dedi, "annem çorbaya koyacakmış bir bardak pirinç istedi."

- "Tamam" dedim, ama merak ettim.

- "Sen kimin kızısın bakayım" diye soruverdim. Üç ev aşağıda birileri taşınmıştı en alt kata. Orayı tarif etti. Pirinci verince de utandı sanki çekip hemen gitti.

Ertesi gün aynı saatte aynı kız yine geldi. Aynı bardak aynı şeyleri söyledi. Para istese ya da koca bir tas ile gelse dilenci diyeceğim. Beni kandırıyor diye düşüneceğim. Ama bardak aynı, istenilen pirinç aynı.

Verdim ama bu sefer;

- "Bende seninle geleceğim" dedim. Sokağa çıkmak da yasak bir an önce kimse görmeden varsak, vardık. Müsaade isteyip evine girdim.

Eskiden de bilirdim. Çocukken de girmiştim. Bir sofra vardı yerde. Etrafında iki çocuk daha beklemekte. Oturmuşlar sadece turşu koymuşlar. Dört de kaşık var. Korku ile bana garip garip bakıyorlar. Annesi çıktı mutfaktan geldi yanıma. Zaten 1+1 olan evde oturacak tek yerde sofra.

- "Hoş geldin abla" dedi. Pirinç için teşekkür etti.

-"Çocuklar siz oturun" dedim annelerinden dışarı kadar gelmesini istedim.

- "Hayırdır abla bu ne haldir? İki gündür bana gelip senin kız pirinç alıyor. Ama hep bir bardak, sonra gidiyor koşarak."

Dedi ki:

- "Kardeşim. Belki bilirsin geçen ay geldik biz bu eve. Diğer evden çıkardılar eşim vefat edince. Bende ucuz diye burayı tuttum elde avuçta olan ile. Ama bu hastalık gelince, lokantadaki patronda hadi bakalım eve deyince, cebimde ki para da bitince kaldık işte ortada böylece

İlk akşam ev sahibine, sonra yandakine, olmadı diğer taraftakine vardık. Bir bardak pirinç için yalvardık. Yokmuş onlarda da. Verirlerdi sanırım olsa. Sonra size yolladım kızımı.

Siz verince de içine katıp çorba yaptım salçalı.

Pazartesi temizlik işi buldum ama bu akşam da sofra kurmadan uyumazlar asla. Bende pilav yaparım dedim. Aynı kapıya umutsuzca kızımı gönderdim. Ne olur kızmayın söz pazartesi akşam vallahi ödeyeceğim''...

Eve vardım. Buzdolabını açtım. Kahvaltılıktan ete kadar ne varsa boşalttım. Bir baktım. Sokağa ekmek arabası da gelmiş. Ondan da pide ve ekmek aldım. Ezana beş dakika kala evlerine varıp bıraktım. O çocukların poşetleri açtıkça, açtıkları her şeyi sofraya koyduklarına şahit oldukça daha fazla durmayayım deyip evime doğru yol aldım.

İftari açtık eşim ile. Allah kabul etsin de. Sordu tabii.

- "Hanım pazartesi ben gider yine alırım. Ama gece sahura bari var mı bir şey" dedi.

- "Makarna var, un var, sen iste börek bile yaparım sana sabaha kadar" dedim.

Gülüştük, mutluyduk çünkü ekmeğimizi bölüşmüştük.

Eşim sabah ev sahibine varmış. Muhtardan bilgi almış. Bir iki yere de danışmış. Akşam üstü geldi dedi ki:

- "Hani biz bu sene ilk defa umreye gidecektik. Ama yasak geldi erteledik. Gittik sayalım mı? Umremizi Rabbime satalım mı?"

Anladım ne demek istediğini. Sarıldım ellerine.

- "Allah senden razı olsun" dedim.

İçeriden bir zarf getirdim. Umreye harcamak için biriktirdiğim paraları doldurduğum gibi gidip ablaya verdim. Çokta durmadım. İçim yanıyor olsa da onun sevinç gözyaşları ile rahatladım. Kolay değil. Bir daha zordu bize. Onca para bir daha nerdeee.

Neyse. Döndüm geldim eve.

Eşim secde de, dua etmekte.

- "Sen öğleni kılmıştın. Bu ne namazı şimdi ben anlamadım" diye sordum.

Dedi ki:

-"Az önce umre namazını kıldım. Haydi sen de kıl da Allah'a kabul etsin diye yalvaralım." (Alıntı.)   


Yazarın Diğer Yazıları