Milletin Adamı Ve Gerçek Vatansever!

Kurtuluş Savaşı sürecinde yazdığı yazılar ve camilerde verdiği hutbeler ile halkın duygularını coşturan Mehmet Akif, Milli Mücadele'ye önemli katkılarda bulunmuş I. Mecliste Milletvekili olarak da görev yapmıştır. Mehmet Akif Ersoy yazdığı İstiklal Marşı ile de milletimizin yazdığı destanı şiirleştirmiş yine onu asıl sahibine yani millete armağan etmiştir.

Mehmet Akif Ersoy'un vefatı ülkede büyük bir üzüntüye sebep oldu. Beyazıd Camisi'nde yapılan cenaze törenine onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Yapılan cenaze törenine resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı.  Mehmet Akif'in cenaze törenine bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer  5 Ocak 1987 de Tercüman gazetesinde  "Akif'in Cenaze Töreni” başlıklı yazısında o günü şöyle anlatıyor:

‘…O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif'in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı…. Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmına bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı. …Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu.”

Ülkenin bağımsızlık mücadelesinde sembol isimlerden biri ve yazdığı İstiklal Marşı ile milletin gönlünde önemli bir yer etmiş olan bu saygıdeğer insana yapılan bu haksızlık tek partili rejimin de milletten ne ölçüde uzaklaşmış olduğunu göstermiştir.

İzmir'in işgalinden (14 Mayıs 1919) sonra, Batı Anado­lu'da yer yer beliren direnmeleri güçlendirmek için Balıke­sir'e gitti. Vaazlarla halkı irşada çalıştı. Balıkesir izlenimleri­ni Sebilürreşad'da yayımladı. İstanbul'un işgalinden sonra Anadolu'da başlayan Millî Mücadele'ye katılmak üzere hare­kete geçti. Nisan ortalarında İstanbul'dan ayrıldı, muhteme­len 23 veya 24 Nisanda Ankara'ya ulaştı.

Bu faaliyetlerinden ötürü, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'deki görevine son verildi (3 Mayıs 1920). TBMM'ye Burdur Milletvekili olarak katıldı (5 Haziran 1920). Konya isyanının bastırılması için bu vilayete gönderildi. Daha sonra Kastamonu'ya geçti. Burada Nasrullah Camii'nde vaazlar verdi (meşhur hitabe 19 Kasım 1920). Buraya gelmiş bulunan Sebilürreşad'ın sahibi Eşref Edip'le buluştu. Sebilürreşad'ı bir süre Kastamonu'da yayımladı (1920 Kasım). Tekrar Ankara'ya dönüp Tâceddin Dergâhı'na yerleşti. Bu sırada yazdığı şiir İstiklâl Marşı olarak kabul edil­di (12 Mart 1921). Şer'iyye Vekâleti tarafından kurulan Te'lîfât-ı İslâmiye Heyeti'ne seçildi (1922). Millî Mücadele netice­lendikten sonra İstanbul'a döndü (Mayıs 1923).

İslâm dâvasının bir neferi olarak Türkiye'nin kurtuluşu için çalışan Mehmed Âkif, üst kademe yöneticilerin Millî Mücadele'nin başlangıçtaki amaçlarından uzak, tamamen ters yöndeki tavırları ile çelişti.

Bu yüzden 1923 Ekim'inde Abbas Halim Paşa ile Mısır'a gitti. Kışı orada geçirdikten son­ra baharda döndü. Bir kaç yıl kışları Mısır'da, yazları Türki­ye'de geçirdi. Bu yıllarda ilk devrim hareketleri başlatılmış; Cumhuriyet idarecileri ülkenin ve toplumun İslâmiyet'le bağ­larını koparmaya yönelik faaliyetlere girişmişlerdi. Mehmed Âkif 1926 kışından sonra memlekete dönmedi. Kahire civa­rında Hilvan'a yerleşti, Camiatü'l Mısriye Darülfünunu'nda (Mısır Üniversitesi) Edebiyat-ı Türkiye (veya Türk dili) mü­derrisliği yaptı (1929-36). 1935'te karaciğerinden rahatsızlan­dı ve Temmuz ayında hava değiştirmek için Lübnan'a gitti (Âliye yakınında Sûku'1-garb köyü).

İslâm birliğinin savunucusu olan Mehmed Âkif, XIX. asrın ikinci yarısında başlayan Osmanlı Devleti içindeki Müslüman toplulukların ayrılıkçı hareketlerine karşı çıktı. 1908'den ve özellikle de Balkan Savaşı'ndan sonra Türk aydınlan arasında Türkçülük yaygınlaşmaya başladı. Sebilürreşâd etrafın­da toplanan İslamcılar, Ziya Gökalp gibi Türkçüleri İslâmiyet'in men ettiği kavmiyetçilikle suçladılar. Ancak bir süre sonra Sebilürreşâd kadrosu da ikiye ayrıldı. Âkif bu dönemde İslâmcılık görüşünü temellendirmek için âyet ve hadisleri yo­rumlayarak şiir ve nesirler ortaya koydu. Tercümeler yaptı. Tercümelerinin çoğu Şeyh Şiblî, Ferid Vecdî, Abdülaziz Çaviş ve Muhammed Abduh gibi çağdaş İslâm düşünürlerindendir.

Mehmed Âkif, bu asrın başında hızla gelişen birçok ola­yın içinde göründü. I. Dünya Savaşı'ndaki görevleri ve Millî Mücadele sırasındaki faaliyetleri dikkat çekicidir. Millî Mü­cadele'nin bütün İslâm âleminin kurtuluşuna hizmet edecek bir yönde gelişeceğine inanıyordu. Batı emperyalizmine karşı Türk milletinin verdiği savaş başarıya ulaşınca, diğer İslâm topluluklarının mücadeleleri için de adımlar atılabilecekti. Bu yüzden Millî Mücadele boyunca vatan sevgisi yanında, İslâm birliği ülküsünü terennümden de geri kalmadı. Ancak, Millî Mücadele'nin sonunda hâkim olan eğilimler bu umutla­rı tamamen yok etti. Savaşı verirken alem olan mukaddesler geride kalmış, Batı'nın belirlediği statüde yer almak kaygısı, devletin geleceğine yön verenlerin tayin edici düşüncesi ol­muştur. Bu safhada, Doğu dünyası bir Mecnun, İslâm Birliği ideali de erişilmesi imkânsız bir Leylâ'dır artık. Âkif'in Nisan 1922'de yazdığı Leylâ şiirinde bu duygular kuvvetle işlenmiştir. Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve hatta Şerif Hüse­yin'in çevresindeki Arapların Osmanlı Devleti'ne karşı ayak­lanmaları, Mehmed Âkif'in İslâm birliğine olan inancını sarsmamışken, Millî Mücadele sonrası Türkiye'nin durumu bü­tün ümitlerini kırdı. Yeni Türkiye Devleti idarecilerinin katı lâik, yer yer İslâmiyet'e aykırı ve karşı görünen uygulamaları bu idealin ortamını yok etmişti. Bu durum Mehmed Âkif'i umutsuzluğa ve bunalıma sevk etti. Bu dönemde çok az eser verebildi. Mısır'a yerleşmesi ve burada sürdüğü vatandan uzak hayat tasavvufî eğilimlerini ortaya çıkardı ve kuvvet­lendirdi.


Yazarın Diğer Yazıları