ORUÇ HİCRETTİR, RAMAZAN; FETİH!

"Aman çocuklar, babanız çok sinirli oluyor, ne olur bu günlerde yanına yaklaşmayın, iftara kadar onun kızmasına sebep olmayın” der anneler.

Caddelerde sokaklarda birbirlerine giren, yumrukların havada uçuştuğu, ağızlardan efir nefirlerin çıktığı, gözü dönmüş insanlar görürüz.

Ramazan mı değil mi? Oruç mu tutuyoruz yoksa aç, susuz mu kalıyoruz? Hiçbir şey değişmiyorsa, eski tas eski hamam kabilinden oluyorsa, o zaman oruç tutmakla tutmamak arasındaki farkı söyler misiniz? "11 ayın sultanı olan Ramazanın bu "sultanlık” vasfını bana kim anlatabilir? Orucu sadece "rejim” olarak telakki edip, zayıflamaya vesile sayan, ahlaki yönden hiçbir değişikliğin olmadığı, hayatımızın seyrinin değişmediği bir zaman gibi uygulamaya çalışmakla elimize ne geçer; "akşama kadar aç susuz kalıp çektiğimiz sıkıntıdan başka?”

"Tut beni ey oruç” sözünü duyduğumuz zaman; "olur mu öyle şey?” diye itirazlar ettiğimiz, aslında orucun bizi tutmasının anlamı; bize değer vermesi, bizi kötü duygu ve düşüncelerimizden alı koyması, çekip çevirmesi, nefsimizin değil, Allah'ın istediği doğrultuda hareket etmemizi istediği ve bir nevi kötülükten iyiliğe doğru hicrettir. Her hicrette fetih, her fetihte hicret var.

"Tut beni oruç” derken; imsakı devreye sokuyoruz. Kötülüklere imsak ettirirken, iyilik ve güzelliklere iftar ettiriyoruz. Yani ne kadar insanlık dışı, ahlaki olmayan, bize yön vermeyen ve yönümüzü değiştirip, sapkınlığa doğru gitmemize sebep olan; tagutî ve şeytanî bütün olumsuzluklara; "la” (Hayır) diyerek, kapıyı kapatıyoruz. Daha doğrusu kapatmamız gerekir. Bu "La” restinden sonra, insanlık sınıfının kapısına yaklaşmış, özümüzü bulmuş, varlığımızda büyük bir değişiklik meydana gelmiş, "illa” kapısından içeriye girmiş, manen miraca yükselmiş ve manevi fethimizi tamamlamış oluyoruz.

Oruç; "la”dan, "illa”ya yükseliştir. Oruç bizi insan yapar. Oruç; ahlakî erdemlere kanat açmamızın yoludur. Sinirli bir baba, öfkeli bir insan, ağzından efir nefir çıkan, kavgacı bir varlık değil de; sevgi ve muhabbet dolu, evine, çocuklarına, eşine, anne ve babasına yumuşaklıkla muamele eden, sinirleri alınmış bir baba gören çocuklar; "oruç” deyince; "öfke, kızgınlık, sinir harbi” anlamadığı bir güzellik olduğunu hissedince, severek oruç tutmaya yöneleceklerdir.

"Nefsini bilen rabbini bilir” güzelliğini edinmemiz çok kolay. Sadece yapmamız gereken; nefsimizin isteklerine gem vurmak, onun istediğini değil, istemediğini yapmaktır. Böyle yapıldığı vakit Rabbimiz bilinmiş olur. Değilse, hiçbir şey yapmadan, gayret etmeden; "ben Allah'ı biliyorum, seviyorum, o çok büyük kudret sahibi, gücü her şeye yeter…” demek kuru laf kalabalığından öteye çekmez. Gereğini yapmak şarttır. Aynen Nüfus cüzdanlarında; dini; "İslam” yazdığı halde İslamî hiçbir hareketimiz olmadığında Müslüman olamayacağımız gibi.

Baktığımız zaman orucun bizi insanlık yoluna yönelttiğini, temiz toplumu oluşturan meziyetleri kazandırdığını, barışı, kardeşliği, sevgiyi, saygıyı, huzuru ve cennet gibi bir dünyayı elde ettiğimizi görürüz. Zaten aranan da bu değil mi?

 

 

 

Rahmet Ayları

 

Paslanmış kalpleri, kirli duruşu,

Yokluyor her zaman, rahmet ayları,

Günahkâr halleri, hissiz oluşu,

Paklıyor her zaman, rahmet ayları!


Bu aylar tövbeyle dopdolu andır,

Her gün her saati, bir heyecandır,

Gözyaşı akıtan insanlar vardır,

Aklıyor her zaman rahmet ayları!


Girmek muradınsa, kul listesine,

Kulak vereceksin, Allah sesine,

Vebalden arınıp, Hak bestesine,

Ekliyor her zaman rahmet ayları!


Kabul edilmiyor sanma tövbeni,

Anlamı yok üzülmenin nedeni,

Bugünden başlayıp, şerden döneni,

Bekliyor her zaman rahmet ayları!

 

Masun olmak istersen kazalardan,

Azat olmak mı amaç, belalardan?

Beratın isteyeni cezalardan,

Saklıyor her zaman rahmet ayları!

 

 

"Keşke”lerle Kavruluyoruz!

 

O yandan bu yana savruluyoruz,

Her an "Keşke”lerle kavruluyoruz,

Nere gidiyoruz ne oluyoruz?

Niçin "Keşke”lerle kavruluyoruz?

 

Nedamet rüzgârı başta esiyor,

Gönüller öldürüp nefes kesiyor,

Her gün binlerce kez ipe asıyor,

Hala "Keşke”lerle kavruluyoruz!

 

Mevsim hazan oldu yaprak düşüyor,

Havalar soğudu her yan üşüyor,

Gözler kan ağlıyor yaşlar taşıyor,

Hala "Keşke”lerle kavruluyoruz!

 

Bak iki kere iki dört etmiyor,

Ellerde derman yok ayak tutmuyor,

Yediğimiz yemek lezzet katmıyor,

Niçin "Keşke”lerle kavruluyoruz?

 

Zamanın kadrini hiç bilemedik,

Ömür boşa gitti ders alamadık,

Yaşları silecek el bulamadık,

Her gün "Keşke”lerle kavruluyoruz!

 

Sık sık ölenleri görüyor muyuz?

Allah kelamına varıyor muyuz?

Aklımız "Oku”ya yoruyor muyuz?

Neden "Keşke”lerle kavruluyoruz?

Yazarın Diğer Yazıları