Ramazan Gelirken

Miyar

Minareler, İslamın şiarı,
Ezanlar yükselir şerefesinden.
Namaz müminin miyarı,
Hu hu lar seslenir penceresinden!
İman; insanlık ayarı,
Haysiyet kokar her hecesinden!

 

"On bir ayın sultanı”, "Şehr-i Ramazan”, "Bizi tut oruç”….daha binlerce serlevhalık sözler süsler minareleri, sayfaları…sadece Ramazana has değil böyle edebi sözler. Her kutsal gün ve gecelerde, içimizi ısıtan, gönlümüze hoş gelen, dilara cümleler dökülür her birimizin dilinden.

"Ramazanda çok yememek lazım”, "Bu ay, fakirleri, yoksulları, kimsesizleri düşünmeli”, "her sofrada mutlaka birer fakir bulunmalı”…bunlar da; başkaları yanında söylenen, aslında kendimizin asla semtine bile yaklaşmadığımız, dışı cilalı, özü olmayan cümleler!

Bu ifadeler, bana kıymetli yazar kardeşim, saygı değer Perihan Akçay'ın "KARDELEN ÇİÇEĞİ” isimli kitabında okuduğum "SAHABE SOFRASI”nı hatırlattı;

 

"Misafirler masaya oturmuş, üzerinde sıra sıra dizilmiş tabaklardaki onlarca nimetten tadabilmek için dört gözle iftar zamanını bekliyorlardı. Türlü çeşit kahvaltılıklar, pastırmalar, dolmalar dizi dizi. Bir de bunlara, kenarda sırasını bekleyen etler, börekler, tatlılar eklendiğinde midedeki sabırsızlık gitgide artıyordu.

Ev sahibi ilk defa evine gelen bu kıymetli misafirlerini layıkıyla ağırlamaya çalışırken, kulağına gelen konuşmalardan üzüntü duydu.

"Yok canım, bu kadarı da israf yani…"

"Allah bunların hesabını tek tek soracak göreceksiniz.Haddi aşmamak lazım!"

"Efendimiz ne yapardı dostlar? Birkaç hurma, zeytin. Bir tutam tuz ve zemzem. İşte iftar ettiği yiyecekler. Sahabe devrinde bunların binde biri bile yoktu."

"Ne yapalım kardeşim? Sizler afiyetle buyurun! Bunun cezasını ev sahibi düşünsün."
"Allah bizleri affetsin. Bunun yerinde bir sahabe sofrasında olsaydık huzurla yüklenmez miydi ruhlarımız?"

İftar topu atıldı. Akşam ezanları okundu. Sahabe yaşantısına özlemle yapılan konuşmalar, daha sonraki bir davet başlangıcına ertelenip; kaşıklar çatallar hızla çalışmaya başladı.


* * *

Birkaç gün sonraydı. İçlerinden başka bir efendinin evindeydiler şimdi. Bütün misafirler, bir önceki iftar sofrasına katılanlardan seçilmişti. Sofranın hazırlandığı büyük salona girince şaşırdılar. Yere yayılan bir örtü üzerine sırayla ikişer tabak halinde tuz, hurma ve zeytin konulmuştu. Kenarlarında ise zemzem bardakları.

Neyse... Yere dizler çöktü. Bağdaşlar kuruldu. Ezan sesleriyle beraber, besmeleler eşliğinde oruçlar açıldı. Gözler kapıda, çorbayı bekliyordu. Dakikalar geçti. Mutfaktan ne gelen vardı ne giden. Nihayet biri dayanamayıp ev sahibine seslendi.

"Namazı geciktiriyoruz ya huu! Çorbamız nerede kaldı?"

"Ne çorbası?" diye sordu ev sahibi.

"Canım, davette değil miyiz? Hani çorbamız, böreğimiz, pilavımız?"

İzah etti adam.

"Bundan başka bir yiyecek hazırlatmadım sizlere. Geçen gün arkadaşımızın zengin çeşitli iftar davetinde, sahabe sofrasına olan özleminizi görünce, daveti bu şekilde yapmaya karar verdim. Fazlası haram diye üzülmüyor muydunuz?"


* * *

Namaza kalktıklarında hala misafirlerin çoğunun karnı açtı. Ramazan davetine icabet edip, geldiklerinden de bir şey anlamamışlardı.

Demek ki ahir zamanda sahabe hayatını yaşamaya özenmek, yalnızca dillerde bir fantaziden ibaretti.”

 

Nefsime söz dinletemedim!


Dostlara çok şeyler dedim,

Öğüt verdim, nasihat ettim,

İyi göründüm, şen göründüm,

Nefsime söz dinletemedim!


Akşam, sabah demeden,

Ben'e söz söylemeden,

Şeytanı elemeden,

Nefsime söz dinletemedim!


Hayata iyimser baktım,

Herkese selamlar çaktım,

Etrafa ışıklar yaktım,

Nefsime söz dinletemedim!


Güldüm, konuştum, söyledim,

Güzel sözlerden eyledim,

Gösteriş için maske derledim,

Nefsime söz dinletemedim!


Hayatı; hep gezme sandım,

Hakkı unuttum, yandıkça yandım,

Nefsimi dizginlemeye dayandım,

Nefsime söz dinletemedim!


Öztürkçe söyledim, net dedim,

Yakamı bırak, lanet dedim,

Bu yaptığın ihanet, dedim,

Nefsime söz dinletemedim!


Yazarın Diğer Yazıları