Kaybolan Değerlerimiz Güven

Toplumu ayakta tutan, bir ve beraber kılan, güçlü ve dinamik yapan değerlerimiz bir bir kayboluyor. Dolayısıyla geleceğimizden endişe ediyoruz. Zor bir coğrafyada, bütün dünyanın üzerimizde hesap yaptığı, ameliyat düşündüğü bir ülkede yaşıyoruz.  Bin yıldır bu coğrafyada tutunabilmişsek, bizi biz yapan değerlerimiz ve erdemlerimiz sayesindedir.  Oynanan oyunları görebilmek, kurulan tuzakları bozabilmek, dışarıdan ve içeriden düzenlenen saldırıları bertaraf edebilmek, bu zor coğrafyada bir ve bütün kalabilmek için bu değerlerimizi bilmek ve yaşatmak zorundayız. Ak Partinin 31 Mart 2019 yerel idare seçimleri için yayınladığı manifestoda "değer üreten şehirler”den bahsedilirken, işte bu gerçeğe vurgu yapılmıştır. Özellikle şehir hayatında kaybolmaya yüz tutan değerlerimizin en başında "güven” gelir. Güven olmadan ne aile ayakta kalır ne toplum.

    Evet, veli ve öğrenci öğretmenine, cemaat hocasına, hasta doktoruna, davacı yargıca, tüketici tüccara, siyasi iktidar ordusuna ve polisine güven duymazsa, böyle bir toplumun  ileriye güvenle bakması mümkün değildir. Yıllarca bu millet ordusuna-askerine darbeci gözüyle baktı, polisine işkence yapar diye güvenmedi, demokrasinin nimetlerini doya doya tadamadı, inancının gereğini özgürce yaşayamadı, hanımlar kamusal alanda başını örtemedi, yazanlar- çizenler özgürce yazıp çizemedi, vaizler özgürce konuşamadı, rejim açısından millet hep potansiyel bir tehlike olarak görüldü. Birileri kendisini rejimin bekçisi görürken, birileri de ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördü. Milli ve manevi değerler hep örselendi, yok sayıldı, eğitim ve öğretimin konusu yapılmadı. Nihayet 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla, FETÖ ihanetiyle bir kırılma daha yaşadık, cemaatlere olan güvenimiz de kayboldu.  Halbuki bu milleti asırlar boyu cemaatler ve vakıflar ayakta tutmuştu. Yeniden dört elle devlete sarıldık, Suriye, Libya, Mısır ve Irak örneklerinden korktuk.  Devleti dış ve iç tehditlere karşı koruyan ve ayakta tutan güvenlik güçleri ve yargı içinde bir temizliğe başladık. Çok maliyetli olsa da, ordu, polis ve yargı yoluyla bünyemize yerleşen habis urları bir bir temizledik ve vesayet odaklarını  geriye çekmeyi başardık. İstediğimiz güveni tesis edebildik mi? Elbette hayır. Biliyoruz ki, bir ordunun yeniden yapılanması, yargıda yeni bir zihniyetin oluşması en az çeyrek asır sürer. Bugünden tohumlarını atarsak belki meyvesini 2053'te alacağız.  Milli ve manevi değerlerine bağlı asker ve polis, bağımsız ve tarafsız yargı kurumu bugün için henüz tasarı ve emekleme döneminde. Bu millet böylesi tarafsız ve bağımsız kurumların özlemi içinde. Çok şükür büyük yol aldık, başörtülü asker annelerinin kışlaya ve askeri hastanelere alınmadığı yıllardan başörtüsü takabilen asker ve polisler dönemine geldik. Başörtülü kızların üniversiteye alınmadığı yıllardan ilkokulda bile başını örtebilen öğrencilerin olduğu bir döneme evrildik. Başörtülülerin kamunun hiçbir bölümünde  görev alamadığı bir dönemden başörtülü ile başı açıkların  yan yana çalıştığı, görev yaptığı hoşgörülü ve özgür bir ortama geldik. Bu alanda sorun kalmadı derken eski baskıcı ve dayatmacı ortama dönüş her zaman mümkün. Bu millet yönetenleri seçerken uyanık olmalı, eski dayatmacı ve tek tipçi zihniyetin özlemi içinde olanlara asla yetki vermemeli.

     Evet, bir taraftan orduda ve yargıda büyük bir değişimin, dönüşümün, arınmanın kapısını aralamışken, toplum ile bu kurumlar arasında bozulan güveni tesis ederken, toplumun diğer kesimlerinde güven kaybı devam ediyor. Tüketici tüccara güvenmiyor; fırsatçılar, stokçular fing atıyor. Veli çocuğunun öğretmenine güvenmiyor; öğrencinin kulağını çeken öğretmeni şikayet ediyor.  Cemaat hocaya güvenmiyor; vaaz veren hocalar duvarlara konuşuyor, cemaat cami avlusunda sohbet ediyor, Cuma dışında cami safları üç- beş kişiyi geçmiyor. Hasta doktora güvenmiyor; en küçük ameliyat için sekiz-on doktorun kapısını çalıyor, hasta yakını doktora saldırıyor. Seçmen seçilene-siyasetçiye güvenmiyor; her seçimde oyunun rengini değiştiriyor. Aynı sokakta, aynı sitede birlikte yaşayan komşular, birbirine güvenmiyor; selam vermiyor, tanımıyor, tanışma ihtiyacı duymuyor. İnsanlar yalnızlaşınca, birbirine güven ve dayanışma olmayınca, dertler paylaşılmayınca öfkeler birikiyor, bunalımlar oluyor, aileler dağılıyor, boşanmalar ve kadın cinayetleri artıyor. Her sokak başına, her kapı üstüne ve kamu kurumlarının her odasına kameralar koysak da, bekçiler diksek de,  binlerce güvenlik elemanı istihdam etsek de, hırsızlığı, gasbı, kadın cinayetlerini önleyemedik, önlenemez. Cinayetler, hırsızlıklar artarak devam etti, hırsızlar, arsızlar caymadı, azalmadı. Kameraların bir tek faydası oldu: Faili meçhul cinayetler azaldı, hırsızlar daha kolay bulunmaya başladı, polisin işi kolaylaştı.

  İstiyoruz ki, kameralara gerek duyulmadığı, herkesin birbirine güvendiği, evini- malını, canını ve namusunu emanet ettiği, selam verdiği, güven telkin ettiği, öğretmenlerin ve hocaların toplumun en saygın rehberleri olduğu bir toplum inşa edelim. Bu günden bunun için kolları sıvayalım, eğitim sistemini bu açıdan ele alalım, yanlış giden politikalardan vazgeçelim, güvensizliğe yol açan sebepleri ortadan kaldıralım,  tam bir adalet düzeni inşa edelim. Bu adalet düzenini inşa ederken, Rabbimizin buyruklarından, kanunlarından istifade edelim, emir ve yasaklarını dikkate alalım. Çünkü insanı yaratan O'dur, en iyi şekilde O terbiye eder, insanın zaaflarını en iyi O bilir. Rabbimizin terbiye metotlarını, kanunlarını, tavsiyelerini, emir ve yasaklarını  uygulayabilirsek, birbirine güvenen, İslam kardeşi bir toplumu çeyrek asırda ancak inşa edebiliriz. Çünkü "Muhammed'ül Emin” olan Peygamberimiz böyle bir toplumu yirmi iki yılda inşa etti. Rabbimiz Kur'an'ında, "Bir kavim kendi özündekini değiştirip bozmadıkça Allah o kavmi değiştirmez” buyurur.  Yani Rabbimiz zulmetmez, kendimize zulmeden biziz. Biz değişmeliyiz, yanlışlarımızın farkına varmalıyız, uyanmalıyız.

       AK Parti hükümetleri 2002 yılında güzel niyetlerle başa geldi. Ancak vesayet odakları yüzünden ilk on yılda suya- sabuna dokunamadı. Zaman zaman AB dayatmasıyla, bazen iyi niyetle çıkarılan kanunlar yanlış ve kötü neticeler verdi. Buradan çağrıda bulunuyoruz; hastalığımızın ilacı tarihimizde ve  kutsal kitabımızda var. Bir de oralara bakalım. Bu milleti bin yıldan beri ayakta tutan değerleri yeniden keşfedelim, iç ve dış odaklara karşı biraz daha cesur olalım.    


Yazarın Diğer Yazıları