İstanbul’u, İstanbul Yapan Ruh

Buhârî'nin kitabında geçen İstanbul'un fethiyle ilgili hadis-i şerifin tam tercümesi şöyledir: Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. "Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.”

Bilindiği gibi, İstanbul'un fethinden önce burada Bizans hâkimiyyeti söz konusuydu ve Hristiyanlık boyasıyla boyanmış, Roma Hukuku tatbik ediliyordu. Fâtih Sultân Mehmed, İstanbul'u Allah'ın yardımıyla fethedince, bu beldede yeni bir hukuk sistemini yürürlüğe soktu ve bu hukuk sistemi İslâm Hukuku idi.

Daha önce, Bizanslıların vergi, can ve namus konusundaki hak ihlallerinden bıkan İstanbul ahalisi, Yahudisi ve Hristiyanı ile İslam'ın adâlet ilkelerinin bizzat Padişah tarafından da uygulandığını ve kendilerinin İslam'ın teminatı altında İstanbul'da daha rahat hayat yaşayacaklarını anlayınca, Fâtih'in fetih hareketine direnmek şöyle dursun, çok kısa bir zamanda tam olarak intibak ettiler.

İslam devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitaba ait mabedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslam hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün mabedleri yok eder ve gayri müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla fetholunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşrutiyet sebebi zikredilen hükümdür(Cin, Halil/Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, 1/393 vd).

Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. İstanbul'u Allah 'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultan Mehmed, Ayasofya'yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder. Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını, bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih'e ifâde ederler; ancak kendisine, kendilerine ve mabedlerine karşı İstanbul'un sulh yolu ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir. Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultan Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir.

Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti anlayışı olduğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi, verdiği bir fetvada açıklığa kavuşturmaktadır.

Bu fetvanın orijinali:

"Merhûm Sultan Muhammed Hân -Aleyh'ir-rahmetü vel'ğufrân- Hazretleri, Mahmiye-i İstanbul'u ve etrafındaki karyeleri anveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan anveten fetihdir. Amma kenais-i kadime sulhen fethe delâlet eder. Sene hamsin ve erba'ın ve tis'a-mi'e (945) tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultan Muhammed Hân ile ittifak edüp Tefrûk'a nusret etmeyecek olub Sultan Muhammed dahi anları seby etmeyüp halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu, deyu şahadet edüp bu şahadet ile kenâis-i kadîme hali üzere kalmıştır. Ketebehu Ebussuud"(Ebussuud, Ma'ruzat, İst. Üniv. Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar No: 1798, vrk. 130/a-b).

Görülüyor ki, Fâtih Sultan Mehmed'in Sırbistan'da tatbik edeceğini vadettiği "Her caminin yanına birer kilise inşasına müsaade" durumu, İstanbul'da da tatbik olunmuştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini gösterir. Edirnekapı Caddesinin son kısmında yer alan Mihriman Sultan Camii'nin hemen karşısında bir Rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerindendir.

Müslümanların gayri müslimler hakkındaki âl-i cenab tavırları ve müsamahasına karşılık, gayri müslim devletlerin geçmiş asırlarda, özellikle Endülüs'de; son asırlarda ise Osmanlı hâkimiyetinden çıkan memleketlerde kalan Müslüman ahaliye reva gördükleri muâmeleler, tamamen din ve vicdan hürriyetini ihlal ettiğinden, mukayese bile edilemez. İşte fethin hukukî neticelerinden bir tanesi(Osman Nuri, Mecelle -i Umur, 1/217-218).


Yazarın Diğer Yazıları