MEDENİYETİMİZİN TEMELİ MERHAMET

Millet olarak, ataerkil bir toplumduk ama şiddete bu kadar meyilli değildik. Erkekler hanımlarını emanet bilirdi, çocuklarının anası, namusunun bekçisi, evinin sahibi ve aşçısı, hayatının parçası ve mutluluğun kaynağı görürdü. Tek olmak Cenab-ı Hakka mahsustu, insan tek başına yaşayamazdı. Kainatta her şeyin çift yaratıldığı gibi insan da çift yaratılmıştı, çiftler birbirine muhtaçtı. Babalarımız, annelerimiz, o yokluk günlerinde sırt sırta veriyorlar, evin sırrını dışarıya açmıyorlar, "kol kırılır yen içinde kalır” diyorlardı. Onlar da babalarından öyle görmüşlerdi. Hanımına sesini dahi yükseltmeyen bir Peygamberin ümmetiydik. O Peygamber ki, "siz yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin. Merhamet etmeyen merhamet olunmaz.” buyuruyordu. Yani bizim evimizin, kültürümüzün, medeniyetimizin temeli merhametti. Ne oldu da şiddet olaylarının çokça yaşandığı, kavgaya meyilli bir topluma dönüştük?

Evet, medyada her gün, her saat yeni bir şiddet haberi duyuyoruz. Sokak ortasında ayrıldığı veya tartıştığı eşini bıçaklayan, kurşunlayan psikopat erkekleri mi ararsın, öğretmenine kafa atan, yumruk sallayan, hatta iftira atan arsız, saygısız öğrencileri mi ararsın, hapishaneden kaçıp yollarda insan avına çıkmış, dünya güzeli kızları hunharca katleden canileri mi ararsın, bindiği otobüsün şoförünü tartaklayan külhanbeylerini mi ararsın, hastama geç baktın diye doktoru yumruklayan haydut tipleri mi ararsın, hasılı aynı haber saatinde hepsini birden görebilirsin. İnsanımızın bir kısmı şiddet makinesi, bir kısmı da şiddet mağduru. İnsanlar, çarşıya, pazara çıkarken, otobüse binerken, arabasıyla trafiğe çıkarken, işine- aşına giderken başına geleceklerden korkmaya ve her sabah endişeyle evinden çıkmaya başladı. Merhum Akif'in ifadesiyle biz de, "ne bu şiddet, bu celal?” diyoruz. Yanlış olan, yanlış giden bir şeyler var ki bunlar oluyor diyoruz.

Televizyonlara bakıyoruz, açık oturumları, tartışma programlarını dinliyoruz, orada da şiddet dilini görüyoruz. Koca koca yazar- çizerler birbirlerini saygıyla dinlemiyor, birbirine tahammül edemiyor, sözlerini kesip birbirlerini aşağılıyor, karşısındakine hakaret etmeyi marifet biliyorlar. Aynı şiddet ve hiddet dilini siyasetçilerde de görüyoruz. Bu şiddet dili ister istemez sokağa da yansıyor. Biz problemlerimizi konuşarak çözemeyecek miyiz? Konuşma özgürlüğünü, düşünme özgürlünü niçin hakaret özgürlüğü diye anlıyoruz? Niçin şiddet olaylarını ayrıntısına kadar süzgeçten geçirmeden haber olarak ve görsel olarak veriyoruz? Bu haberler giderek kanıksanmıyor mu, "vakay-ı adiye”den sayılmıyor mu, bu örnekler çoğaldıkça, birileri de bu yollara tevessül etmiyor mu?

Evet, şiddet bugün birinci sorunumuz. Kimimiz evinde şiddet görüyor, kimimiz sokakta şiddetle karşılaşıyor, kimimiz işyerinde şiddete maruz kalıyor. Şiddet, fiziki olabilir, sözlü olabilir, ruhsal olabilir.

Bazı evli kadınlar, kocasının başına bela olacağı, yolda- sokakta öldüreceği korkusuyla o evliliği zora ki devam ettiriyor. Bazı evli erkekler, boşanmak istese de ömür boyu nafaka riskini göze alamıyor. Her iki taraf da mutlu ve umutlu değil, baskı altında evlilik hayatı sürdüren birçok insan duyuyoruz. Sevginin, güvenin olmadığı bir evliliğin sürdürülmesi ne kadar doğru? İster istemez dost hayatına, evden kaçmalara, şiddete kapı açılıyor.

Son yıllarda güya şiddeti önlemek için polisin yetkisini aldık, öğretmenin elini kolunu bağladık, evin reisi olan erkeği büsbütün dışladık, kadınlara ekonomik özgürlük sağlamak için kadınlara özel istihdam teşvikleri uyguladık, ama şiddet olayları giderek şiddetlendi.

Şiddeti azaltmak için çıkardığımız bütün kanunlar maalesef şiddeti önlemedi aksine azdırdı. Erkeği evden uzaklaştırma kanunu ters tepti. Kadına istihdam teşvikleri evde kavgayı artırdı, ailede roller değişti, reislik bitti, curcuna başladı. Kadın cinayetleri kartopu gibi çoğaldı, erkekler bunalıma girdi, aileler dağıldı, sahipsiz kalan çocuklar mağdur oldu, şiddetin olduğu evlerde şiddete meyilli çocuklar yetişti.

Zanlıya şiddet uygulamasın diye polisin elinden de birçok yetkiyi aldık, onlar da olaylara müdahalede isteksiz davranmaya başladı. Görülüyor ki polisin bin bir zahmetle yakalayıp getirdiği zanlılar, mahkemenin bir kapısından girip öbüründen çıkıyor. Günlerce aranan ve yakalanan insan on dakikada salınıyor. Kaba kuvvet almış başını gidiyor. Geçen haftalar da haberlerde dinledik, aldıkları futbol topunu geri almadı diye genç çocuklar satıcı gencin dükkanını basıyorlar ve öldüresiye dövüyorlar, mahkeme tutuklamıyor. Dövenin dövdüğü, sövenin sövdüğü yanına kar kalıyor. İster istemez kanundan, mahkemeden, adaletten ümitler kesilince orman kanunu devreye giriyor, herkes kendi intikamını kendi almaya kalkıyor ve şiddet toplumu sarıyor. Bu tip kavgacılar, şiddet taraftarları, külhanbeyleri hapiste yatmasa bile büyük maddi cezalar, ağır tazminatlar ödemeli, burunları sürtülmelidir.

Öğretmenin elini koluna bağladık, "öğrenciye bağıramazsın, sınıfta koyamazsın, kulağını çekemezsin” dedik. Öğrenci öğretmenini yumruklar oldu, öğretmeni saymaz ve dinlemez oldu.

Evet, sadece kanunlar çıkarmakla da şiddet önlenemez. Uygulayıcılar da önemli. Görüyoruz, zaten hapishaneler dolu diye dayakçılar tutuklanmıyor, ağır tazminatlar ödenmiyor.

Şiddeti önlemek istiyorsak geleneklerimize tekrar dönmeliyiz. Evde, sokakta, işyerinde, okullarda herkes konumunu bilmeli. Hocaya, öğretmene, büyüğe saygı geri gelmeli. Okullarda merhamet eğitimi verilmeli, "bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen Hazreti Ali'inin ahlakı aşılanmalı. Ana baba duasının önemi, empatinin, kul hakkının gereği anlatılmalı. Siyasetçilerimiz muhaliflerine daha yumuşak, daha kibar davranmalı, daha müşfik ve affedici olmalı ki sokaktaki insanlar da onları örnek almalı. Aile ile ilgili kanunlar, düzenlemeler tekrar gözden geçirilmeli, psikologlar, sosyologlar, din adamları devreye sokulmalı, her aile izlenmeli, gözetim altına alınmalı. Özellikle boşanmaların sebepleri araştırılmalı, nafaka zulüm olmaktan çıkartılmalı, aile büyükleri hakem olmalı.

Sonuç olarak, toplumdaki şiddeti dört sebepte toplayabiliriz: 1- Kanunlarımızın caydırıcı olmaması. 2- Çok tartışılmadan, geleneklerimiz ve inançlarımız dikkate alınmadan kanunlar çıkarılması. 3-Aydınlarımızın ve siyasilerimizin şiddet dili kullanması. 4-Medyanın bu tür haberleri çok vermesi, özendirmesi ve insanların kanıksaması. 5- Şiddet içeren dizilerin ve oyunların yayınlanması ve denetlenmemesi. 6- Okullarımızda merhamet eğitiminin yeterince verilmemesi. Daha birçok ilaveler yapabiliriz.


Yazarın Diğer Yazıları