Nerede O Eski Dostluklar?

Bugün siyasetten, politik yazılardan biraz uzaklaşıp değişen, pörsüyen, kaybolan değerlerimizden bahsedeceğim.

   Zaman zaman, "nerede o eski dostluklar, nerede o eski komşuluklar, nerede o eski bayramlar” diye hayıflanırız, hep eskiye hayranlık duyarız, kaybettiklerimize yanarız, eski günleri hasretle anarız. Haksız da değiliz. Son elli yılda sosyal değerlerimizden, bizi biz yapan güzelliklerimizden, gelenek ve göreneklerimizden çok şey kaybettik. Büyük bir kültürel erozyon yaşadık, eskiden koptuk,  yenisini de koyamadık.

     Başta o sıcacık, samimiyet kokan dostluklarımızı kaybettik. Birbirimize sadece bayramlarda düğünlerde, cenazelerde değil, hemen hemen her gün gider gelirdik, gitmek-gelmek için sebep aramazdık, sebepsiz de ziyaretleşirdik, karşılıksız severdik. Birbirimize borç verirdik, borç alırdık, el verirdik, el alırdık, geleni güler yüzle karşılar, isteyeni boş çevirmezdik. Komşu komşuya çorba götürürdü, iftarlarda yemek karıştırırdık. Özellikle bayram yemeklerini üç -beş komşu ile birlikte yerdik.  Ara ara kullandığımız mutfak eşyalarını, elek, kalbur, kazan gibi her gün lazım olmayan ev gereçlerini birbirimize verirdik, ortaklaşa kullanırdık. Cep telefonları yoktu ama daha sık görüşürdük, gurbete çalışmaya veya askere gidince birbirimize selam gönderirdik, mektuplar yazardık, yazdırırdık, gelen mektupları özenle saklardık. Birbirimize selam verirken, arayıp sorarken menfaat düşünmezdik, zengin-fakir ayırmazdık, çocuklarımızın kavgasından dolayı küsmezdik. Birbirimizin çocukları yanlış yaparsa ana-babasına şikayet etmezdik, kendimiz uyarırdık, gerekirse kulağını çekerdik. Bundan komşumuz üzülmez, hatta memnun olurdu.  Çocuklar büyüklerinin yanında izinsiz konuşmaz, saygısız oturmaz, edepsiz davranmazdı.

   Siyaset bu kadar dostları ayırmazdı, siyaseti bu kadar yüksek sesle tartışmazdık. Etnik aidiyetlerimiz, farklı mezhep ve meşreplerimiz, tarikatlerimiz dostluklarımıza engel değildi. Düğünlerimizde yardımlaşırdık, davetsiz giderdik. Cenaze evlerimize komşular yemek getirirdi, cenaze evinde günlerce yemek pişmezdi, komşulardan yenirdi. Bugün olduğu gibi gençler internet kanalıyla, telefonla tanışıp evlenmez, evlilikler genellikle görücü usulü olurdu. Akrabalar, arkadaşlar, dostlar birbirine kız verirdi, birbiriyle dünür olurdu. Aileler birbirini çok önceden tanıdığı için, adetler, gelenekler bir olduğu için birbirine alışma, kaynaşma daha kolaydı, yabancılık çekilmezdi, boşanmalar çok az olurdu. Akraba evliliklerinin sakıncaları da yok değildi. Aynı genleri taşıyanlar genetik hastalıkları taşıyıp ortaya çıkarabilirdi, kabiliyetler ve zekalar giderek köreliyordu, az da olsa boşanmalar akrabaları birbirinden soğutuyor ve ayırıyordu. Farklı genler karışmayınca güzellikler, kabiliyetler, zekalar gelişmiyordu. Tecrübe edilmiş ki, dünyadaki üstün zekalar ve büyük sanatkarlar genellikle farklı ırkların ve genlerin evliliğinden doğan çocuklardır. Bugünkü Anadolu yarımadasında tarih boyunca Mimar Sinan gibi büyük kabiliyetler çıkmışsa sebebi, farklı gen taşıyanların evlilikleri ve kaynaşmalarıdır.

  Evet, eski dostluklar büyük irtifa kaybetti, dostlar birbirini cenaze ve düğünlerde hatırlar oldu. Dostluklara riya karıştı, siyaset bulaştı. Kırk yıllık dostumuzu siyaset uğruna kaybettik. Dostluklarda zenginlik ve siyaset öne çıktı. Siyasette öndeysen, cebinde paran varsa dostların oldu, selam verenler çoğaldı.  Omuzuna basarak yükseldiğimiz insanları yüksek makamlara geçince unuttuk. Ağaca çıkarken bastığımız dalları budadık, inerken tutunacak dal bulamaz olduk.

  İlaç gibi dostlarımız vardı, ihyacımız olunca ilaç gibi gelirdi, derdimize derman olurdu. Gıda gibi dostlarımız vardı, her gün onlarla olamazsak yaşayamazdık. Bugün mikrop gibi dostlarımız var. Biz onlardan kaçsak da onlar bizi buluyor.

   Evet, kalabalıklar içinde yalnızlaştık. Kaldırımlarda birbirimize sürtünerek yürüyoruz, apartman kapılarından birbirimize sürtünerek girip çıkıyoruz ama birbirimize selam vermiyoruz, yan komşumuzu tanımıyoruz, tanışma gereği de duymuyoruz. Sadece mesai arkadaşlarımızı tanıyoruz, birkaç okul arkadaşımızı hatırlıyoruz, bir de bakkalımızı, manavımızı biliyoruz.

  Azda olsa gittiğimiz misafirliklerde hasbihalden ziyade televizyonlara bakmayı tercih ediyoruz, cep telefonlarımızdan gelen mesajlarla meşgul oluyoruz, sosyal medyaya takılıyoruz. Artık yeni dostlarımız akıllı telefonlar oldu, televizyonlar ve bilgisayarlar bizi evlerimize hapsetti, özenle döşediğimiz misafir odalarımız boş kaldı. Evlerimiz yan yana iken gönüllerimiz beraberdi. Evlerimiz üst üste bindi, katlandı ama birbirimize katlanmaz olduk.

     Giden gitti, eski dostluklar eskide kaldı. O sıcak dostluklar, o tatlı muhabbetler biliyoruz ki bir daha geri gelmeyecek. Hiç olmasa bu değişimin, bu çözülüşün hızını kesebiliriz. Yüksek katlı evlerden vazgeçip bahçeli bir -iki katlı evlerimizi tekrar yapabilir, birlikte bayram yemekleri yiyebiliriz.  Gelmeyene gidersek, vermeyene verirsek, affedici olursak, kin tutmaz, yüksek bakmazsak, selamı yayarsak, bu çözülmenin önüne geçebiliriz. Şikayet etmek ve başkasından beklemek yerine, "biz ne yapabiliriz?” diye sormalıyız.    


Yazarın Diğer Yazıları