Sevgi Kalbin Eylemidir

Millet olarak kötü bir huyumuz var; hep yanlışları, eksikleri görürüz, elin gözündeki merteği görür kendi gözümüzdeki talaşı fark etmeyiz. Olaylara iyimser, olumlu yönden yaklaşmayız, kötümser bakmayı, acınmayı, eleştirmeyi severiz. Daha doğrusu beğenemeyiz, bardağın dolu tarafını görmez, boş tarafına dikkat çekeriz. Yermeyi çok severiz, takdir etmeyi çok yapmayız. Çocuklarımızı bile şımarırlar diye çok övmeyiz, çok sevmeyiz, teşvik edici davranmayız, onlarla arkadaş olmayız, ödüllendirmeyiz. Maalesef çoğumuz bu yanlışı yaparlar.

Bu memlekette yanlışların yanında iyi, güzel ve doğru şeyler de yapılıyor ama doğrulardan ziyade hep yanlışları görürüz, gösteririz, kıyasıya eleştiririz. Hele bir de idarecilere muhalifsek demediğimizi bırakmayız, hatta hakaret etmeyi de marifet biliriz. Muhalif de olsak doğru yapılanları takdir etmek, güzellikleri beğenmek ve beğendiğimizi söylemek erdemdir, fazilettir, vefadır, değerbilirliktir, kadirşinaslıktır. İşte burada çok cimriyiz maalesef.

Bir eğitimci olduğum için bilirim; teşvik ederek, takdir ederek, severek, sevdirerek daha çok başarı elde edilir. Döverek, kızarak, kırarak, korkutarak, inciterek hiçbir öğrenci ileri gitmez, başarı göstermez. Başarılı öğrenciler hep teşviki ve ödülü seven, sevgiyle çalışan öğrencilerdir. Korkarak, korkutarak çalışan, çalıştırılan öğrenciler bir yerde eğitimden kopmuş ve sokak çocuğu olmuştur, çok örneklerini gördüm. Disiplinin önemine de inanıyorum, eğitim disiplin demektir ama bağırmak, çağırmak, dövmek, sövmek, azarlamak, aşağılamak değildir. Öğretmenini seven öğrenci onun bakışından anlar ve kendisine çeki düzen verir. Öğretmenini seven öğrenci hem sayar, sever, hem de korkar, belki öğretmenini üzmekten korkar. Babalar ve anneler de tıpkı öğretmen gibi hem sevmeli hem de disiplini bırakmamalı, okulla, öğretmenle hep diyalog içinde olmalı. Eğitimin temeli evde atılır, okluda üstüne yapılır. Eğitimin harcında sevgi ve saygı vardır. Sevgi harcıyla yapılmayan duvar yıkılmaya mahkumdur.

Sözü şuna getirmek istiyorum; hastalığımız muhabbet eksikliğidir, hastalığımızın ilacı ve çaresi de muhabbettir, sevgidir. İşte onu kaybettiğimiz için bugün kutuplaşıyoruz, küçük bir krizde fırsatçılar doğuyor, çocuklarımız başarılı olmuyor, okullarımızda iyi eğitim verilmiyor, dairelerimizde memurlarımız iyi çalışmıyor, kamu işçimiz iyi üretmiyor, kamu sektörü zarar ediyor. Çünkü hiçbir işimizi severek yapmıyoruz, severek çalışmıyoruz, severek eğitmiyoruz, sevdiğimiz okulları kazanıp sevdiğimiz dalda okumuyoruz, mesleğimizi severek yapmıyoruz, severek üretmiyoruz. Hep eleştiriyoruz, hep hakaret ediyoruz, hep yanlışlara odaklanıyoruz, hep başkasından bekliyoruz, hep vur abalıya, vur politikacıya diyoruz.

Evet, bu memlekette olumlu muhalefet yapan, doğruları takdir eden, eksikleri tamamlayan, yeni projeler sunan bir muhalefet göremedik, bu gidişle göremeyeceğiz de. Hükümetin iyi yaptıklarını, başarılarını övmese de takdir eden, kıskanmayan, "yapılan güzel ama ben daha iyisini yapardım” diyen bir muhalefet arıyoruz. Tabii ki olumlu eleştirilere karşı iktidardan da tahammül ve anlayış bekliyoruz. Kısacası birbirimizi hain ilan etmekten keyif alıyoruz.

Şunu biliyorum ki, bu memlekette hainler yok değil ama çok az. Bu milletin kahir ekseriyeti yurdunu, milletini, dinini, kültürel değerlerini sever. Sadece zor beğenir, takdir etmekte ve sevgide cimri davranır, övmekten, sevdiğini söylemekten sakınır, övmeyi, takdir etmeyi yalakalık olarak görür. Halbuki Peygamberimiz, "Sevdiğinizi sevdiklerinizin yüzüne söyleyin” buyurur.

Evet, sevgi bir gönül işidir, herkes herkesi sevemez. Sevgi de, inanma da zorla olmaz. Nitekim Kur'an'da, "Dinde zorlama yoktur” buyrulur. Bunun anlamı "zorla sevilmez, zorla benimsenmez, zor kullanılarak inandırılmaz” demektir. Sevgi gönülden gelir, iman gönülde karar kılar. Sevgi kalbin eylemidir, yüzlerde ve gözlerde kendisini gösterir. Bazı insanlar fıtraten sevimlidir, sempatiktir, sıcaktır, karizmatiktir, hizmet etmese dahi sevilir, sayılır, ilgi görür, siyasette başarılı olur. Bazı insanlarda da bir iticilik vardır, sevilmez, kendini sevdiremez. Bu örnekleri yakın çevremizde de görüyoruz.

Bu memlekette Sayın Erdoğan çok sevilmiştir, onun için on altı yıldır hep yüzde elli bandında oy almıştır. Bu destek ve sevgi halen de devam etmektedir. Ama bir kısım insanlar da Erdoğan'ı sevmemiş, sevememiştir. Bir kısım insanda Erdoğan'a karşı bir antipati- önyargı oluşmuştur. Bugün için bu önyargıyı kırmak da zordur. Evet, Erdoğan'ı herkes sevmek zorunda değildir ama devletimizin başı olarak itaat etmek zorundadır. Onun reisliğini kabullenmek ve bu ülkeyi temsil ettiğinden dolayı ona saygı duymak zorundadır. Kimsenin kimseye hakaret etmeye de hakkı yoktur. Sevmezsin, oy da vermezsin ama hakaret de etmezsin. Yine kimse bu ülkenin kurucusu Atatürk'ü sevmek zorunda değildir ama saymak zorundadır. Bu ülkenin kurucusu olarak, tarihi bir şahsiyet olarak okumak, öğrenmek, yaptıklarını kendi zamanına göre değerlendirmek zorundayız. Yanlışları varsa eleştirilebiliriz ama hakaret etmeye hakkımız yoktur. Biz ölülerimizin ardından iyiliklerini konuşmayı yeğleriz.

Hasılı muhabbetimizi çoğaltmalıyız, takdir etmede cimri davranmamalıyız. Çocuğumuzu severken de, şımarır korkusu içinde olmamalıyız. Annemizin-babamızın duasını mutlaka almalıyız. Mal ve makam sevgisi gözümüzü kör etmemeli, dünya sevgisini dozunda tutmalıyız, tapınma derecesinde mal, makam ve dünya sevgisinden uzak durmalıyız. Allah'ı ve Resulünü aşkla sevmeli, onları sevenleri de sevmeliyiz. Zira kıyamette "kişi sevdiğiyle beraberdir”. İnsanları sevmek, sevindirmek ve insanlara kendimizi sevdirmek için bol selam vermeli, selamı yaymalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları