Sevgi Ve Şirk

Şirk, Allah'ın sıfatlarını, gücünü, kudretini, tasarrufunu aciz kullara vermektir. Yani Allah'a ortaklar edinmektir, bulmaktır, koşmaktır. Daha yalın ifadeyle, putlara tapmak, Allah dışındaki varlıklara ilahlık vermek, putlaştırmaktır. Geçmişte müşrikler resimlere, heykellere taparlardı, bugün de farklı tapınmalar var.

Tabiat boşluk kabul etmez, gönüller ve zihinler de boşluk kabul etmez. İyiliklerin, güzelliklerin, sahih inançların, manevi güzelliklerin boş bıraktığı ruhları, zihinleri, kalpleri ve gönülleri; kötü duygular, sapık itikatlar, şirke varan sevgiler ve tapınmalar doldurur maalesef. Yani hakkıyla Yaratana kul olamayanlar, Allah'a tapamayanlar, kula, paraya, mala, kadına ve makam ve mevkiye tapmaya başlarlar. Fıtraten inanma ve sığınma ihtiyacı duyan insanlar, ruhlarındaki bu manevi açlığı ve susuzluğu Allah'ın dışında taptıklarıyla gidermeye çalışırlar. Tıpkı ekilmeyen, bakılmayan, tımar edilmeyen tarlada ve bahçede dikenlerin, ayrıkların ve otların bitmesi gibi.

Siyasi liderleri, devlet büyüklerini, cemaat önderlerini severken, desteklerken bazen ifrata (aşırılığa) düştüğümüz oluyor, işi-sevgimizi tapınmaya kadar götürüyoruz, hataları görmüyoruz, sıradan insanları peygamberler gibi masum (günahsız) görüyoruz ve sonuçta şirke düşüyoruz. Fetö terör örgütü böyle ortaya çıkmıştır. Sadece iki sevgide ifrat yapabiliriz; o da Allah ve Peygamber sevgisi. Daha sonra anne- baba ve çocuk sevgisi gelir. Onları hocalarımız, şeyhlerimiz takip eder. Bir sevgi daha var ki, eş sevgisidir, karşı cinse duyduğumuz bu sevginin adı da şehevi-nefsani sevgidir. Buradan da Allah aşkına geçenler olmuştur. Yani Leyla'yı ararken Mevla'yı bulmak da mümkündür. Sonuçta sevgiler(muhabbet) aynı kaynaktan beslenir ve aynı kapıya çıkar. Yaratanı seven kulları, kulları seven sonuçta Yaratanını sever. Yunus'un ifadesiyle, "Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü”. Önemli olan, sevgilerin biri öbürünün yerini almamalıdır.

Evet, sadece Allah bütün eksik sıfatlardan münezzehtir, uzaktır, sübhandır. Onun Alimü'l Ğayb (gaybı bilmesi), El'Halik (yoktan var etmesi), El'Hakim (kainata ve bütün varlıklara hükmetmesi-kanun koyması) gibi sıfatlarını kullara vermek şirktir. Peygamberler de O'nun bildirdiği kadar bilebilirler, "Ğayb”ten O'nun izin verdiği kadar haber verirler. Ehl-i Sünnet itikadı budur. Evet, Ehl-i Sünnet itikadına göre, sadece peygamberler günahsızdırlar, onlar zelle (küçük hatalar) dışında günah işlemezler, o küçük hatalarından da dönerler, çünkü onlar Allah'ın koruması ve gözetimi altındadırlar. Onlar özel olarak seçilmiş, korunmuş masum varlıklardır. Onlar da bizim gibi beşerdir (insandırlar) ama taşlar içinde yakut ve inci gibidirler.

Evet, geçmiş liderlerimizi, padişahlarımızı, komutanlarımızı, kahramanlarımızı vatanımızı bize kazandırdıkları ve emanet ettikleri için, bu uğurda canlarını ortaya koydukları için sayarız, severiz, takdir ederiz, rahmet ve minnetle anarız. Ama onları günahsız, hatasız peygamberler konumunda görmeyiz. Onlar da tıpkı bizi gibi hata yapabilen, geleceği göremeyen, aciz ve ölümlü varlıklardır. Yanlış yapıp pişman olan, bazen de yanlışını göremeyen insanlardır. Onların hatalarından ders çıkarıp tekrar etmemeye, kahramanlıklarını ve hizmetlerini takdir edip onları rahmet ve minnetle anmaya devam ederiz. Sadece kahramanlıklarını görüp güzel hizmetlerini görüp hatalarını görmemek, onları masum- günahsız- hatasız kabul etmek, onları peygamber konuma getirmektir ve kutsallaştırmaktır. Böyle bir sevginin ve kabulün adı tapınmadır, inandığımız ideolojiyi din olarak görmektir. İşte bunun adı da şirktir. Nitekim müşrikler hep "atalarımızı böyle bulduk, onun için sana inanmıyoruz” diye Peygamberimize karşı çıkmışlardır.

Maalesef günümüzde de bazı tarihi şahsiyetlerin putlaştırıldığını görüyoruz. Eleştirilemiyor, eleştirenler, yanlışlarını ortaya koyanlar tu-ka-ka ediliyor, hatta vatan haini ilan ediliyor. Evet, insanın bir dine inanması, bir yüce varlığa sığınması fıtratının gereğidir. Bazı insanlar, Peygamber dışında bir insanı yücelterek, adeta kutsallaştırarak içindeki din ihtiyacını ve inanma açlığını bu şekilde karşılamış ve doyurmuş oluyorlar.

Kur'an'da Allah' ve Peygamberini sevmemiz, Allah'a ve Peygamberine itaat etmemiz istenir. "Kim Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur” buyrulur. Yani Peygamberimiz her haliyle Allah'ın kontrolündedir ve dinle ilgili her sözü, davranışı, uygulaması, tavsiyesi vahye dayanır, haktır, doğrudur. Ama beşeri yanı da vardır; bizim gibi yiyen, içen, uyuyan, evlenen, yorulan, ağlayan, üzülen, sevinen, dünyevi konularda danışan bir insandır. Dolayısıyla Rabbimizin sıfatlarını ona vermek, insanüstü varlık olarak görmek şirktir. Hristiyanlar ve Yahudiler, Peygamberlerini (İsa ve Uzeyir'i Allah'ın oğlu görerek) ilah yaptıkları için sapıtmışlar ve şirke düşmüşlerdir.

Maalesef bazı tarikat erbabında buna benzer ifrat ve tefrit şeklinde şirke götüren davranışlar görüyoruz. Mürşidini olağanüstü bir konuma yükselten, "gaybı bilme” sıfatını şeyhine veren müritler görüyoruz. Evet, bazı tasavvuf büyüklerinin gönül gözleri, basiretleri ve firasetleri açıktır, kerametleri vardır, ama gaybın bilgisi sadece Allah'a aittir ve onun elçileri de onun bildirdiği kadar bilirler. (Cin Suresi)

Şu halde sevgimizde ölçüyü kaçırmamalı, ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeliyiz. Siyasi büyüklerimizi, tarihi şahsiyetlerimizi, din alimlerimizi, tasavvuf önderlerimizi severken ölçüyü kaçırmamalı, bunları özellikle peygamber konumunda görmemeliyiz. Peygamberimizi de bir mektupçu gibi görmemeli, sünneti ve binlerce sahih hadisi yok sayan Kur'aniyyun” denilen "Mealci” akıma asla itibar etmemeliyiz.


Yazarın Diğer Yazıları