40 YAŞ

Bütün peygamberlere vazifeleri 40 yaşında verilmiş. 40 yaş peygamberlik yaşı. 40 yaşına girdik. Yok, peygamberliğimi ilan etmeyeceğim. Ama artık yaşlılığımı ilan edebilirim. 40 yaş gençliğin yaşlılığı, yaşlılığın gençliği. Ömrümün eylülündeyim. Sararan anılarım bir bir dökülüyor. Gençlik yaşlılığa hazırlıkla, yaşlılık gençliği düşünmekle geçiyor. Hayat keşkelerle dolu. Keşke yapsaydımlar, keşke yapmasaydımlar, keşke tanımasaydımlar, keşkeler, keşkeler… Ömür "keşke”lerle "iyi ki”lerin hesabının yapıldığı kara kaplı defter, bir savaş meydanı. Genellikle insanların hesapları tutmuyor ve alacaklarını alamıyorlar. Bedeller bitamam ödenirken alacaklar nedense hep "büyük mahkeme”ye vade ediliyor.

Dedik ya 40 yaş hesap kitap yaşı diye. Sadece alacak-verecek hesabı yapmıyorsun. Dünyayı ve sebebini sorgulamaya başlıyorsun. Kötüleri, kötülüğü, savaşları, acıları, açlığı, yoksulluğu, hastalıkları, ızdırapları, hüzünleri… İnsanların arasında kendimi Hira mağarasında hissediyorum. Sorularıma cevap verecek Cebrail'imi bekliyorum. Sorular kucaklayıp sıkıyor bedenimi, beynimin kemiklerini kırıyorlar. Damarlarımda dolaşıp nöbet tutuyorlar zihnimde. Kemiriyorlar ruhumu. 40 yaş cevaplar aradığın yaş, hayatı sorguladığın devir. Bu yaşa kadar hayat seni imtihana tabi tutuyor, bu yaşta sen onu… Ama bir farkla: gençlikteki imtihanlarda soruları başkaları soruyor, cevapları sen buluyorsun; hayatı sorguladığın imtihanda soruları sen sorduğun gibi cevapları da sen bulmaya çalışıyorsun. Kendi kendine imtihan yapıyorsun. Cevap anahtarsız. Cevapları bulursan yeni sorularla ödüllendiriliyorsun, bulamazsan cinnetle…

İnsanın ömrü üç basamakmış: Gençlikte şehvet, orta yaşta servet, ahir ömürde şöhret… 40 yaşla birlikte hangi basamağa adım attık acaba? Servet basamağı sanırım. Bir servet kazanamadım ancak ağarmış saçlar kazandım. Artık sokakta tanımadığım insanlar için kardeşlikten, abiliğe terfi ettim. Karacaoğlan'ın "Biz kız bana emmi dedi, neyleyim!” dizesini söylerken neler hissettiğini artık daha iyi anlıyorum bir emmi olarak. Gençlikte yaptıklarıma ve yapamadıklarıma çok kızıyorum. O günlerdeki yoksulluk sebebiyle o günleri aramıyorum ancak geri dönüp hayatımı yeniden yaşamak, sistemimi yeniden kurmak için hayatı yeniden başlatmak istiyorum. Yürütülen geçersiz işlemlerden dolayı hayatın yeniden başlatılması gerekiyor. "Keşke” virüslerinden başka kurtulmanın yolu yok sanırım. Artık siyaseti başka değerlendiriyorum, insanları ve dünyayı da… Hakikaten Hira mağarasına çekilip sorular sorması makamındayım. Sorular benim mağaram, çıkamıyorum içerisinden. Sorgulamak bir bela, bir musibet. Düşünmek belki de tanrının insanoğluna verdiği en büyük ceza. Selam olsun düşüncesizlere. Ne kadar da mutlu insanlar olduklarını keşke düşünselerdi. Keşke bir koca karı imanına sahip olabilseydim. Bilmemek ve düşünmemek ne büyük saadet!

Ömür bitiyor, yakında yaşlanacağım. Nihayetinde ölüm. En sevdiklerim bir vazife şuuruyla üzerime toprak atmak için yarışacaklar. Ve bütün soruların cevap anahtarı tutuşturulacak elime. Ardından cevapları bende olan sorular gelecek. Ve benim kıyametim koparken hayat hiçbir şey olmamış gibi devam edecek. Çocuklarım, belki torunlarım, üç beş eş-dost, iki vah, iki tüh, bir "daha dün yaşıyordu”. Hepsi bu. Ardından ben ve hayatım baş başa kalacağız. Nedir elde kalan? Bir hiç. Bir hiç için mi yaşıyoruz? Bunca çaba hiçken hiç olmak için mi? Bir bilinme, bir hazine buldurma hırsı için mi? Bilemiyorum. Ahmet Kaya'ya "Ölmek ne garip şeymiş?” diye sormak istiyorum. Ben cevabını bulamayacağım soruların sayısını artırmaya giderken size hayırlı, sağlıklı, mutlu bir ömür diliyorum. İnşallah duam bana da bulaşır. Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları