Musul Hukuken de Türkiye’nindir

Musul, Lozan sürecinde yaşanan bir oldubitti ile her ne kadar Lozan Sulh Muahedenamesi ile olmasa da, sonrasında yaşanan Cemiyet-i Akvam süreci neticesinde elimizden çıkmıştı. Lozan'da karara bağlanamayan tek mesele Musul meselesi olmuştu. Bizim murahhaslarımızın afva kabil olmayan bir dizi hataları sonucu, Lozan Anlaşması, Musul olmaksızın karara bağlanmıştı. Musul'un kaybedilmesinde, bu meselesinin Lozan Sulh Konferansının dışına çıkarılmasına razı olunması, çok büyük rol oynamıştı. Zira o dönemde sadece bizim değil, tüm dünyanın ve özellikle de İngiltere'nin sulha ihtiyacı bulunmaktaydı. Zira muhasımlarımızdan Fransızlarla, gerek Suriye hududunun 1921 Ankara Anlaşması ile çözüme bağlanmış olması ve gerekse de kapitülasyonlar konusunun konferans sürecinde neticelenmiş olması sebebiyle, aramızda bir mesele kalmamıştı. İtalyanlar ile de azınlık hakları ve On İki Adalar konusunda tam bir mutabakat vardı. İngiltere, bundan dolayı diğer ortakları tarafından sulh yapmaya zorlanmaktaydı. İngiliz kamuoyu da atık savaş istemiyordu. Yani Musul meselesi yüzünden, Türklerle harbe girişilmemesi gerektiği, İngiliz devletinde ve kamuoyunda hâkim bir anlayış halini almıştı. Nitekim dönemin İngiliz Başbakanı Bonar Law tarafından, İngiltere Dışişleri Bakanı ve Lozan'ın patronu olan Lord Curzon'a çekilen bir telgraf da, bu husus açıkça belirtilmekteydi.

Musul meselesinin, genel sulh konferansının dışına çıkarılmak suretiyle, Cemiyet-i Akvama havale edilmesi, zaten sonucu belli olan bir maçın uzatma dakikalarının oynanmasından başka bir anlam ifade etmiyordu. Zira o dönemde Cemiyet-i Akvam (Birleşmiş Milletler), İngiltere'nin yönetim ve denetimi altında bulunan bir kuruluştu. Bu kuruluş, emperyalist devletlerin haklarına ve menfaatlerine, hukuki meşruiyet kazandırmaktan başka bir şey yapmıyordu. O dönemde Türkiye bu kuruluşa üye olmadığı gibi, hiçbir İslam ülkesi de buraya üye değildi. Zira Birinci Cihan Harbinden sonra, Türkiye dışında hürriyetini kaybetmeyen bir tek İslam ülkesi bile bulunmuyordu.

O zaman şu soru akıllara gelebilir. Türk Heyeti, Musul meselesinin Lozan Sulh Konferansının dışına çıkarılıp, o zaman İngiltere'nin etkisinde olan Cemiyet-i Akvama gitmesine nasıl razı olmuştu?

Bunda İngiltere ile harbi göze alamamak başta olmak üzere, birçok sebep bulunmakla birlikte, bizim heyetimizin Lord Curzon tarafından resmen kandırılmış olmasının da büyük etkisi olmuştur.

Lozan Sulh Konferansı'nın birinci faslında, 23 Ocak 1923 tarihinde saat 18.00 de, Ouchy Şatosunda, Lord Curzon başkanlığında başlanan müzakerelerde, Curzon resmen yalan söyleyerek, kandırma kastı ile bizim heyetimizi yanlış yönlendirmiş ve Cemiyet-i Akvama ikna etmiştir. Meselenin Cemiyet-i Akvama gitmesinin hukuki zemini Curzon tarafından, bahse konu oturumda oluşturulmuştur. Lord Curzon, Musul meselesinin Cemiyete gitmesi için iki konuda Türk heyetine yalan söylemiştir. Bunlar; 1- Bu meselenin iki tarafça Cemiyet-i Akvama götürülmesi durumunda, cemiyet misakının 4.maddesi gereğince, Türkiye yalnız cemiyete üye olmaya değil, aynı zamanda mecliste de yer almaya hemen çağrılacaktır. Yani Türkiye otomatikman cemiyete üye olacaktır. 2-Türk Hükümetinin de temsil edileceği cemiyet meclisi, misakın 5.maddesi uyarınca, oybirliği ile karar almak zorundadır, bu yüzden Türkiye'nin rızası olmaksızın hiçbir karar da alınmayacaktır (22 Sayılı Lozan Tutanağı).

Bu vaatlerle ikna edilen Türkiye, Musul meselesinin Cemiyet-i Akvama götürülmesine razı olmuştur. Ancak, Türkiye bu durum sebebiyle cemiyete otomatik olarak üye yapılmamıştır. Türkiye'nin cemiyete üyeliği Lozan'dan 9 sene sonra, yani 1932 de olmuştur. Türk heyeti 1925 tarihinde, Cemiyet-i Akvam'da alınacak olan kararın hukuken tarafları bağlayıcı değil, istişari mütalaa mahiyetinde olduğunu, bağlayıcı bir yanının bulunmadığını ve mutlaka oybirliği şartının aranması gerektiğini ileri sürmüştü. Ancak, Lozan'da verilen sözlerinde sebat etmek niyetinde olmayan İngiltere, cemiyete etki ederek, Türk heyetinin bu taleplerinin kabul edilmesi yönünde karar alınmasını engellemiş ve konunun Lahey Adalet Divanı'na sevk edilmesini sağlamıştı. Lahey Adalet Divanı ise kararını 21 Kasım 1925 tarihinde şu şekilde açıklamıştı; kararlar bağlayıcıdır ve bu kararlar oylanırken oybirliği şartı aranacaktır. Ancak, Türk ve İngiliz oyları karar nisabında dikkate alınmayacaktır.

İşte Türkiye, Lozan'da İngilizlerin vermiş olduğu taahhüt ve sözlerin yalan olduğunu ve kendilerini kandırmaya matuf olduğunu bu şekilde anlamıştı ama atı alan Üsküdar'ı geçmişti bile. Cemiyetin vermiş olduğu karar neticesinde, 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile Musul elimizden çıkmış ve İngiliz mandası altında bulunan Irak'a verilmişti.

İngilizlerin Musul için söyledikleri yalanlar ve çiğnedikleri milletlerarası kaideler sadece bundan ibaret de değildi. 30 Ekim 1918 tarihinde imza edilen Mondros Mütarekenamesine rağmen, İngiliz işgal güçleri Irak'ın kuzeyine doğru ileri harekâtına devam etmiş ve 15 Kasım 1918 tarihinde Musul'u işgal etmişti. İngilizlerin bu işgali, hem Mondros'a hem de uluslararası harp kaidelerine açıkça aykırı idi. Zira mütareke şu demekti: olduğun yerde kal ve silahını bırak.

Milletlerarası alanda genel kabul görmüş bir hukuk kaidesi olan, "bir hukuki belgenin dayandığı dayanak hukuken geçerli değilse, bu belge de geçerli değildir” manasına gelen anlayışa göre, Lozan Konferansında konuşulanlara ve verilen sözlere aykırı olarak, Cemiyet Meclisinde karar alınmış olmasından dolayı, Cemiyetin kararı batıl ile butlandır. Açıkça Türk Heyetinin iyi niyeti suiistimal edilerek ve kandırma kastıyla, mesele cemiyete sevk edilmiştir. Bu yüzden mezkur cemiyetin aldığı karar mutlak manada batıldır, hukuk âleminde hiç doğmamıştır. Musul tahkik Komisyonu raporunda lehimize olan ifadeler ve Ankara Anlaşmasının şartlarının sonradan bu anlaşmayı da sakatlamış olmasını dikkate bile almaya gerek yoktur. Zira Cemiyet kararı Lozan'a, Ankara Anlaşması da Cemiyet kararına aykırıdır. Dolayısıyla Ankara Anlaşması da hukuk âleminde geçerli bir anlaşma değildir. Bu yüzden Musul, hukuken de halen, Osmanlı Devletinin yasal varisi olan Türkiye'ye aittir.


Yazarın Diğer Yazıları