NE GÜZEL GÜNLERDİ…

Nice zorluklarla kurulan  bu güzel vatan 2000 yılından önce çok gelişmişti. Öyle ki ekonomide zirveyi yakalamış, teknolojide ise uzay çağını yaşamaktaydı. 26-27 yaşından küçük olan kardeşlerimiz  bilmez. Adaletli ve demokratik bir ülke idik. Öyle bir adalet vardı ki Anayasa kitapçığı havalarda uçuşurdu. Haftalarca hatta  aylarca hükümet kurulamıyordu. Zar zor kurulan koalisyon, hükümetin Başbakanına Cumhurbaşkanı  anayasa kitapçığını fırlatabiliyordu. Kör topal giden ekonomi bir gecede altüst olabiliyordu. Piyasalar karamsar, döviz,faiz başını alıp gitmekte iken,borsa yere sert çakılırcasına düşmekte, repo faizleri ise bu düşüşe inat tarihin en yüksek seviyelerine fırlamaktaydı. Güzel ülkem de beş altı ayda bir hükümet değişirdi. Öyle bir alışmıştık ki iki yılda bir seçim olmasaydı sokağa fırlardık ‘SEÇİM İSTERİZ' diye. Bir Süleyman Demirel gelirdi, Bülent Ecevit giderdi. Bazen de Ecevit gelirdi, Demirel giderdi. Kısa dönem askerlik misali bazen Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller'de bu kervana katılırlardı. Periyodik sıraya göre on yılda bir çeşitli bahanelerle askeri darbe olurdu.Generaller üniforma ile ülkeyi yönetme yarışına girer bir kısmı ise sivil iradeye inat siyasi partiler kurarlardı. Ne güzel günlerdi. Sokak başları tutulur, adım başı polis, asker ve olağanüstü hal devreye girerdi. Bazen evinden işine izin ile giderdin. Şehirler arası yolculuklarda her 15-20 km'de yol kontrolü yapılırdı. Hele bir de kimlik kontrolüne başladırlarmı  saatler sürerdi bu işlem. Hukuk bağımsızdı adalet vardı. Yüksek yargı üyeleri emekli olur olmaz koşa koşa CHP'ye gidip üye olurdu. İlk emekli maaşından önce İş bankasında ki mütevelli heyeti üyesi maaşını alırdı. Ne güzel günlerdi…Türk Silahlı Kuvvetleri'nden yaş haddinden emekli generaller soluğu OYAK, ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN'da alırlardı.Aynı gün yönetim kurulu üyesi olurlardı. Zaten çoğunun çocukları okuldan mezun olur olmaz bu kurumlarda direk işe başlarlardı. Üniversitelerimiz; demokrasinin beşiği, bağımsız ve  özgürdü. Rektörlerin çoğu CHP üyesi yada destekçisi idiler. İlim irfan yuvası olması gereken üniversitelere baş örtülü kızlarım alınmıyordu. Sözde özgürlük demokrasi narası atan soytarılar tarafından zorla başörtüleri çıkartılırdı. Direnen kardeşlerimiz polis zoru ile okuldan atılıyordu. Ne güzel günlerdi. Ekonomi muhteşemdi. Çok zengindik her kapının önünde bir at arabası birde kağnı bulunurdu. Çok çok zengin olanların ise traktör ve filmlere konu olan kamyonu olurdu. Millette para çoktu, onun için yağ bulunmuyordu. Kuyrukta ekmek, tüp gaz, pirinç, çay,  şeker, margarin alırdık. Bu kuyruklar hayatımızın en eğlenceli en sosyal alanlarıydı. Bir çok ahbaplık, arkadaşlık ve dostluk ilişkisi bu uzun bekleyişlerin sayesinde olmuştur. Zengin iken bir gecede orta sınıfa düşer, sabaha kalktığımızda ise  fakirleşmiş yada batmış olurduk. Ne güzel günlerdi. Kars' dan Edirne'ye bir yol giderdi. Bu yolcululuk iklime göre 24-30 saat sürerdi. Yolların çoğunluğu tek şerit ve  topraktı. Öyle çukurlar vardı ki arabanın içinde zıplardın, hamile olan kardeşlerimizden bir çoğu erken doğum yapardı yada bebekleri düşerdi. Ne güzel günlerdi. 

Büyük bir başarı elde ederek askeri okulu derece ile bitirdim. Mezuniyet törenime bana ve 13 kardeşime  hem analık hem de babalık yapan Annemi davet etmiştim. On beş saatlik Kars Ankara yolcuğundan sonra sabah namazı saatinde askeri birliğin nizamiyesinin kapısında kendini bulmuştu. Beş yıldır görmediği oğlunu görecek hasret giderecek ve gururlanacak, oğlunun artık Şanlı Ordumuzun bir parçası oluşunu görecekti. Ben de sabah güneş doğmadan uyanmış tören hazırlığımı tamamlamış, tören alanına gitmek için sabırsızlıkla bekliyordum. Hem 14 çocuğu tek başına büyüten annemi görmüş olacağım hem de diplomamı en rütbeli komutanın elinde alacak şeref kürsüsüne çıkacaktım. Bölük komutanın emir komutasıyla tören alanında yerimizi aldık.Tribünler ailelerle dolmuştu, gözüm annemi arıyordu ama bir türlü bulamıyordum. Tören başlamıştı, komutanın konuşması bittikten sonra dereceye girenler sahneye davet edildi. Sahnede yerimi aldım almasına ama annemi göremiyordum. Dereceye giren yedi arkadaşım (ben hariç) hepsi ailesi ile diplomasını ve başarı belgelerini aldı bense boynu bükük tek başıma almıştım.Annem yoktu hiçbir yerde …Tören biter bitmez nizamiyeye koştum, annem kuzenim ile birlikte nizamiyenin girişinde oturmaktaydı. Beni gördü, ben O'na koştum O bana koştu. Beş yıldır görmediğim anneme sıkı sıkı sarıldım sonra ellerinden onlarca kez öptüm. Annem ‘Kuremin seremin girti yu' dedi iki gözü iki çeşme ağladı. Annem başörtülü olduğu için maalesef içeri alınmamıştı.Ne güzel günlerdi.

Her ilde birkaç sağlık ocağı olurdu. Hastaneler ise çoğunlukla Büyükşehirlerde olur civar illerin hastaları oraya giderdi. Hastanelere zaten o kadar çok hasta gitmezdi, gittimi eve gelmezdi Çoğu yolda ölürdü; yada hastanede enfeksiyon kaparak veya yanlış ilaç teşhisinden ebedi dünyaya  göçer giderdi. Çay şeker alır gibi kuyrukta bekleyerek ilaç alırdık. Hasta ölünce eğer paramız yoksa senet imzalardık masraflar için yada cenazeyi bırakıp eve gelirdik. Ne güzel günlerdi. Okullarda 1'inci ve 2'inci sınıflar bir sınıfta 3,4 ve 5'inci sınıflar ise bir sınıfta 50-60 öğrenci tek bir öğretmen eşliğinde okumaya çalışırdık. Okullar dediysem taş yada kerpiçtendi. Harç olarak çamur kullanırdı onun için toprak kokardı birde buna tezek sobasının kokusu eklenince başka bir atmosfere geçiş yapardık adeta. Köy yolları kapanır günlerce açılmazdı, öğretmen şehirden gelemezdi. Onun yerine sınıf başkanı öğretmenlik yapardı bize okulun temizliği için, ne güzel günlerdi. Trenlerimiz şimdilerde olduğu gibi havayollarına değil o zaman kaplumbağaya rakipti. Çok yavaş ve tıkır tıkır giderdi. Kars'tan Ankara'ya üç günde giderdik. Ezberlemiştik artık Erzurum'u Erzincan'ı Sivas'ı, Kayseri'yi ve Kırıkkale'yi…Otobüslerde ayaklar şişer, ayak ve sigara kokusundan nefes alınamazdı. Ömür biter, yol bitmezdi. Kış uykusuna dalardık ve uykunun kralını uyurduk.

Ne güzel günlerdi.

Ne dersiniz Recep Tayyip Erdoğan düzenimizi mi bozdu?


Yazarın Diğer Yazıları