Esnaf ve Zenaatkârların Örgütlenmesi

Bilindiği gibi memlehalardan İstanbul'a getirilen tuzlar iki türlü harcanırdı. Biri tabaklar, fırıncılar, balık tuzlayıcılar ve ham dericiler esnafının kullandığı tuz idi ki, bunlar fırınlarda kurutulur, çektirildikten sonra satılırdı. Bir de tuz tekeli olmadan sofralarda şişeler içinde kullanılan ince Avrupa tuz varkı ki, halk buna alışmıştı. Bunların İstanbul'da yapımı tecrübe edildi ve istenen sonuç alındığından ayni tuzdan yarımşar okka, gene şişelerde satılır tuz yapıldı. Şişelere yirmi paralık bandrol pulu yapıştırılıyor, gene gedikli dükkânlar tarafından satılıyordu. 

 

Tuz tekele alındıktan sonra İstanbul ahalisinin muhtaç olduğu tuzun sağlanması için esnafın memlehalardan vaktiyle tuz getirmeyip halkı sıkıntı ya düşürmemesi için memlehalardan devlet hesabına tuz getirilerek Kasımpaşa'daki devlet ambarlarına kondu, buradan esnafa dağıtıldı. 

 

Bu arada bandrollü şişe satışında hazineyi zarara sokacak durumlar doğduğu görüldüğünden, gedik usulü kaldırıldı, şişelerdeki bandrol mecburiyeti baki kalmak üzere tuz satma serbest bırakıldı. 

 

Balıkçılar 

 

Dalyan, voli, iğrip yerlerinde kayıklarla balık ve diğer deniz ürünleri avlanıp Balıkhanede satan madrabazların gediksizleri her yıl yüz elli kuruş tezkere harcı verdikleri halde gedikli madrabazların verdikleri yedi buçuk kuruştu. Gedikli taze balıkçı esnafı midye, istiridye gibi deniz mahsullerinin deniz altındaki tarlalarına el koymuşlardı. Bu tarlalar Samatya'dan Rumeli Kavağı, Fenerbahçe'den Anadolu Kavağı kıyısına kadar dokuz yerdi. Bu gedikli balıkçılardan başkası kabuklu deniz mahsulü avlayamaz ve satamazdı. 

 

Avlanan yabancı da olsa beş liradan yirmi beş liraya kadar ceza öderdi. Bunlara Gedikli  Tazeci Esnafı da derlerdi. Ondalıkçı adı verilen adamları vasıtası ile de avladıkları mahsulü sattırabiliyorlardı. 

 

İstanbul ve Galata Balık Pazarlarındaki havyarcılar her gün Balık Pazarına gelen balıklardan tuzlamaya elverişli olanları müzayededen alır, otuz bir gün sonra parasını öderlerdi. Taze balık alıp satan gedikli balıkçılar ise balıkları bir haftalığına veresiye alabiliyorlardı. Böylece sermayelerinin kat kat üstünde iş yapabiliyorlardı. 

 

Kasaplar 

 

Eskiden kasapların hepsi gedikli idi. Bunlardan başkası et alıp satamazdı. Şehir içinde satılan etler narha tabi idi. Bu gedikli kasapların dükkanları içinde hususi lâğım vardı. Geniş bir mezbaha, ayrı kapısı ve kuyusu olan ayrıca bir salhane, bulunur, buralar sık sık İstanbul Kadılığınca ve İhtisap Nezaretince teftiş edilir, kayıtları tutulurdu. Etin yağlı olmasına, zayıf hayvan bulundurulmamasına, ayarı bozuk terazi kullanılmamasına, etin üzerinde ciğer, bağırsak ve posteki parçaları, içyağı gibi şeyler bırakılmamasına dikkat edilir, bu yasağa uymayanlar cezalandırılırlardı. Etin daha bol ve ucuz bulunması için gedikler feshedildi ve et satmak serbest bırakıldı. Hattâ, Belediye 1861 tarihinde Eminönü'nde barakalar kurdurdu, semiz etin okkasını kırk para noksanına satmak üzere iki sene müddetle ihaleye çıkardı. Sonraları sur içinde salhane açılması yasak edildi, gerek esnaf ve gerek halk Yedikule dışında kurulan salhanelerde hayvan kesimine başladılar. Bu arada kasap dükkanı açacak olanlara Belediyece bir mahzuru olmadığı anlaşıldıktan sonra ruhsat verildi. Celeplerden mühim miktarda koyun satın alınarak etin Tekel altına alınması gibi ihtikâra meydan veren durumun önüne geçilmesi düşüncesiyle de narh kaldırıldı. 

 

Karaman, Osmancık, Türkman, Mıhalıç taraflarından ve Rumeli'den İstanbul'a gönderilen koyunlardan başka zenginler İstanbul civarındaki çiftliklerinden de şehre koyun ve keçi getirmeye başladılar. Askerlerin tayini için lüzumlu hayvanin çoğu Istranca meralarındaki beylik mandıralardan getirilerek Yedikule Mezbahasında kesilip dağıtılmaya başlandı.


Yazarın Diğer Yazıları