Esnaf ve Zenaatkârların Örgütlenmesi

Osmanlı kentlerinin bir çoğundaki çarşı dokuları, bir önceki Selçuklu, ya da daha önceki dönemlerde oluşmuşken İlk büyük Osmanlı payıtahtı olarak gelişen Bursa'dayeni bir çarşı kurulduğu biliniyor. Bu nedenle Osmanlı tipi çarşıların en eski ve özgün dokuya sahip olanı, kent kalesinin doğusundaki düzlüğe kurulan Bursa çarşısıdır. Çarşının kaleye yakınlığı güvenlik açısından, düz bir alana kurulması ise gün boyu burada yoğunlaşacak halkın alış veriş kolaylığı bakımından gerekli görülmüş olmalıdır. Çarşının burada oluşumunun ilk evresinde Orhan Camiinin, daha sonra Yıldırım Bayezid (1389-1402), Çelebi Mehmet (1413-1421) dönemlerinde de Ulucami'nin, küçük birkaç caminin daha yapılması, kuşkusuz çarşı esnafının ve alış veriş yapanların ibadet gereksinimi içindi. Şengül, Orhan, Meyhaneli hamamlarının, birkaç tekke ve medrese ile bir mektep ve bir muvakkithanenin de çarşı muhitinde yapılmış olması da yine esnafın ve halkın gereksinimleri gereğiydi. Fakat asıl çarşı dokusu, en merkezdeki yine Yıldırım döneminde yapılmış olan Bedestan ile çevresilideki iş ve ticaret hanlarıyla zamanla bir kapalı çarşı görünümü alan arastaların bütünleşmesinden doğmuştu. Bursa Bedesteni çevresindeki Zeytin Hanı, Küçük Zeytin Hanı, Koza Hanı, İpekçiler Hanı, Sandıkçılar Hanı, Kuşbazlar Hanı, Pirinç Hanı, Arabacılar Hanı vb. ile Sipahiler Çarşısı, bunların herbirinin işlevini ve çarşıya kazandırdığı zenginliği apaçık ortaya koymaktadır. 

 

Sonraki yüzyıllarda Bursa Çarşısı'nın, yeni hanlar ve dükkânlarla örülü arastalarla gelişmesini sürdürdüğü saptanabilmektedir. Orhan Gazi'nin yaptırdığı ve Ulucami ile Bedesten arasında kalan Emir Hanı 'nın önünde ise dükkânların yoğunlaşması sonucu, ayrıca güvenlik, alış veriş hareketinin iklim koşullarından etkilenmemesi gibi nedenlerle Uzunçarşı ve Kapalıçarşı dokuları da oluştu. Bursa Çarşısı tipik yapılanmalı bir Osmarılı çarşısı olarak 15. yy. sonlarında biçimlenmesini tamamladığında, Kapalıçarşı, Sipahiler Çarşısı, Gelincik Çarşısı (Sukk-ı muattar: Misk, anber, öd, gülsuyu vb. güzel kokulu nesneler satıldığı için Gelincik çarşısı denilmişti), Kuyumcular Çarşısı, Gazzazlar Çarşısı, Kavukçular Çarşısı, Takkeciler Çarşısı, İplikçiler Çarşısı, Bezzazlar Çarşısı, Halatçılar çarşısı, Hallaç1ar Çarşısı,Halat Çarşısı ve Saraçhanenin, pekçok hanın yer aldığı, yaklaşık 9 bin dükkândan oluşan, üretim, alış-veriş kapasitesi çok yüksek bir çarşı konumunu kazanmış; esnaf örgütleri ve güvenlik işleri kurumlaşmıştı. 

 

Edirne Çarşısı 'nın da yine kent surlarının doğusunda kurulduğu ve çarşının çekirdeği olmak üzere Çelebi Mehmed (1413.1421) döneminde Eski Bedesten 'in yapıldığı, kentin ilk uuu camii konumundaki Eski Cami'nin de yine bu dönemde tamamlandığı, sonraki dönemlerde bir yandan kapalıçarşı konumundaki Ali Paşa Çarşısı'nabir yandan da Selimiye'in nin yanındaki kapalı Kavaflar Arastasına değin genişlemesini sürdürmesine karşılık çarşı merkezinin her zaman Eski Bedesten çevresinde kaldığı saptanmaktadır. 

 

Rüstempaşa Kervansarayının, Taşhan 'ın, Ekmekçioğlu Hanının da bu çevrede olması bunu doğrular. Ankara, Kayseri, Sivas, Tokat gibi ticaret yoğunluğu olan Anadolu kentlerinde de çarşı dokuları aşağı yukarı benzer koşullarda oluşmuş bulunuyordu. 

 

Her dönemde bir metropol, Akdeniz limanı ve imparatorluk başkenti olan İstanbul'da da asıl çarşı ya da sukk-ı sultani, Ayasofya ile Sultan Bayezid Camii ekseninde ve buradan da Sirkeci ve Tahtakale'ye doğru son derece yoğun ve karmaşık bir doku oluşturduğu gibi, Fatih'in, Süleymaniye'nin, Aksaray'ın, Eyüp'ün, Galata'nın, Üsküdar'ın ve daha birçok semtin de çarşıları vardı. Fakat asıl çekirdek Bedesten-i Atik (Cevahir Bedesteni) ile Bedesten.i Cedid (Sandal Bedesteni) arasında ve etrafında  yapılanan Kapalıçarşı ile bu çarşıya bağlı iş ve ticaret hanlarında, çarşı-arastalarda, kârhane, imalatgâh denilen atelyelerde, binlerle dükkân, tezgâh, mahzen, "dolap" "sandık" mevcutken. Süleymaniye, Beyazıt, Aksaray, Kumkapı vd semtlerde de kentteki yoğun esnaf ve zenaatkâr organizasyonu tamamlayıp destekleyen başka çarşılar ve tezgâhları Haliç kıyılarında ise, mal ve zahire getiren, imalat ürünlerini götüren gemilerin yanaştığı iskeleler, pazarlar, "kapan"lar ve "çardak"lar bulunuyordu. 

 

16. yy.'ın ozan ve yazarlarından Lâtifî, İstanbul'un bu karmaşık çarşı pazar yapısını eleştirir. Tellaların her türlü hile ve aldatmacanın ustası olduklarını, çarşılarda karganın bülbül, merkebin Düldül diye satıldığını, ceviz alanların sağlamını, yumarta alanların akını bulamadıklarını, gülsuyuna su, sürmeye kil ve toprak katılıp satıldığını, esnafın, kimin yabancı, kimin ahmak olduğunu bir, bakışta anladıklarını, göz hekimlerinin saf hastalarının elinden akçelerini! alıp gözlerine kül vurduklarını anlatırsa da bir metropol için bunun yadırganmaması gerekir ve her şeyin en kalitelisinin ve değerlisinin İstanbul'da üretildiği de yadsınamaz. 


Yazarın Diğer Yazıları