Konya'ya bahar gelmeye başlamış, nisan ayı tüm coşkusuyla şehri kucaklamıştı. Alâeddin tepesinde tüm kış süresince var olan buzlar erimiş, sevinç ve neşe içinde kayan çocuklar artık Alâeddin'e uğramaz olmuştu. Çocukların Alâeddin'deki tek kayma aracı evlerinde bulunan eskimiş plastik ileğençeler(Leğen)di. Selçuklu Sarayı'nın hemen yanı başındaki tepe de baharı ve yazı beklemeye başlamıştı. Cıvıl cıvıl koşuşturan çocukları özlüyordu. Tepeyi artık yeşil bir örtü kaplamıştı. Tüm ağaçlar çiçeğe durmuş, fışkın vermiş göçten yeni gelen kuşların cıvıltıları ile birlikte bahar yüzünü göstermeye başlamış, tepe şenlenmişti. Bu sırada o da ne? Birdenbire baharın muştucusu, nisan ayının can yoldaşı olan yağmur atıştırıyordu..Yağmur tüm Konya ovasını, tarihteki kardeşliğin, arkadaşlığın, can yoldaşlığının temsilcisi Mevlana'nın ve Şems-i Tebrizi'nin kentini yıkıyordu, boydan boya... Konya'da yaşam yağmur altında hızla sürmekte idi. İnsanlar ıslanmamak için sağa sola koşuşturuyordu. Herkes cami avlularına, bedestendeki dükkanların saçak altlarına sığınmıştı. Bu sırada Konya'da bulunan birbirine yakın iki ilkokulun öğrencileri yağmuru görünce sabırsızlanmaya başlamış, kıpır kıpır olmuşlardı. Yakın mahallelerde oturan Akçeşme ve Hakimiyet-i Milliye ilkokulu öğrencileri bir an önce dersin bitmesini bekliyorlardı. Mahallelerine koşup birlikte, el ele, diz dize yağmurluk pilavı yemek istiyorlardı. Bu pilav çocukların tümünün ayrımsız, imece ile ve ortak emek bilinci ile pişirip yedikleri, tadına doyum olmayan bir pilavdı. Bu pilavın tadı bir kere yendi mi unutulmaz, damakta iz bırakırdı. Aslında sadece damakta değil, dimağda da..,Paydos zilinin uzun uzun çalmasından sonra Hakimiyet ve Akçeşme öğrencileri yağmura aldırmaksızın son hızla sokaklarına, mahallelerine doğru koşmaya başladılar. Akçeşme'liler simit fırını önünden, Hakimiyet'liler ise Eski Garaj içinden yola çıkmışlardı bile. Hepsi bu kutsal yağmurluk törenini biliyordu. Çocukların tümü rüzgardan hızla taylar gibiydiler. Diğer arkadaşlarıyla bir araya gelip toplaşmak için evlerinin kapısının önüne çantalarını, siyah önlüklerini ve beyaz yakalarını attılar. Sokağın ortasında toplanıp Yağmurluk nakaratını hep bir ağızdan söylemeye koyuldular;
"Yağ yağ yağmur
Teknede hamur
Arabada çamur
Ver Allahım ver
Sicim gibi yağmur
Yağmurdan bulgurdaaaaan”.
Tam sokağın ortasında oturan Kaşıkçıların Bilal koşarak evden büyük bir tepsi getirdi. O denli büyük bir tepsi idi ki çocukların çoğu tepsi dolmaz diye korktular. Çocuklar tüm sokak ve mahalle boyunca bu nakaratı söyleyerek, yağmur altında yürümeye koyuldular. Bu sırada çocuklar deyim yerinde ise "sudan çıkmış sıçana” dönmüşlerdi. Ama hiç birinin yüzünde yorulmanın ve yılmanın izi yoktu. Çılgınca koşuyorlar, coşkuyla aynı nakaratı söylüyorlardı.
‘Yağ yağmur…'
Sokağın ve mahallenin tüm kapıları bir bir açılıyor, çocukların tepsilerine anneler ve ablalar biraz bulgur, biraz yağ, biraz salça, birer soğan koyuyordu. Artık tepside ıslanan bu nevalelerin tümü yeterli miktara ulaşmıştı. Sıra pilavın pişirilmesine gelmişti. Yıllardır bu işi herkesin sevgilisi Fethiye teyze yapardı. Fethiye teyze nisan yağmurunu görünce hemen, bir göreviymiş gibi çocukları beklemeye koyulurdu. Çocukların Fethiye teyzesi, tüm malzemeyi aldı, kazana benzeyen koca bir tencereye koydu pilavı Konya usulü pişirdi. Kaşıkçıların Bilal evlerinden çok sayıda tahta kaşık getirdi. Yağmur durmuştu. Çocuklar kaşıkları alıp pilava öyle bir yumuldular ki kocaman kazana benzeyen tencere yaklaşık 15 çocuğun kaşık sallaması ile bir anda bitti. Böyle lezzetli bir pilav sanırım hiç olmamıştı. Belki de olmayacaktı. Konya'da yağmura ‘rahmet' deniliyordu. Rahmete ıslanan bulgura Fethiye teyzenin sevgisi, çocukların masumiyeti katılmıştı. Ve ayrıca samimi bir ortaklıkla toplanıp hazırlanmıştı. Bu ortaklık, ortak tencereye kaşık sallama ancak yaşamımızın düşsel köyü olan çocuklukta mümkündü. İşte tam bundan ötürü Konya'da çocuklar en yakın arkadaşlarına "ortağım” derdi. Hala da diyorlar…
Yağmurluk pilavını bitirip karnı doyan çocuklar yaklaşan, bir hafta sonra gelecek olan kutsal üç ayları hatırladılar. Nadir, oradan hemen atıldı; "Ortaklarım haftaya şivlilik geliyor, okul da var ne yapacağız?” dedi. Tüm çocuklar dinen yağmurla birlikte karınları da doyunca Yağmurluğu unutup Şivliliki anımsadılar. Konya'nın çocukları Şivlilik Bayramının (üç ayların gelişini kutlama bayramı) sadece Konya'da kutlandığını bilmiyorlardı. Sanıyorlardı ki bu bayram her yerde kutlanıyor. Halbuki bu bayram sadece Konya'nın bir geleneği idi ve bu yönü ile Konya'nın çocukları çok şanslıydı. Hep bir ağızdan şivlilik şarkısını söylemeye koyuldular;
"Şivli şivli şişirdi, erken kalkan pişirdi /
İki çörek, bi börek bize şivlilik gerek"
Zaten şivlilik hazırlıkları tüm evlerde başlamıştı, anneler bulgur, haşhaş, leblebi kavuruyorlar, Şivlilikte dağıtmak üzere evde şeker, gofret biriktiriyorlardı. Biliyorlardı ki Konya'nın inatçı çocuklar bir şey almadan bu kapıdan ayrılmaz, Şivlilik alana dek kapı tokmağını kapıyı delecek kadar çalarlardı.
Uzun yıllar geçtikten sonra bu satırların yazarı çocukluğundaki yağmurluk pilavının tadını hiçbir yerde bulamadı, Şivlilik şekerlerinin ve çetnevirlerinin tadının güzelliğine hiçbir yerde ulaşamadı. İlkokul dönemindeki gibi yakın ve içten ortaklığa dayalı dostlukları hep özledi ve hiç unutmadı.
Ve tüm yaşı büyük ama ruhu çocuk olan bizler biliyorduk ki; Uzun yıllar önce çocukken parlak yıldızlardık, o yıldızların hep ardından koşmaya çalıştık. Dünya bu denli kirlenmemişken masum birer çocuktuk. Ve biliyorduk ki çocuklar her zaman masumdur ve melektir. Konya'da çocukken en çok yağmur yağmasını, şivliliği ve bayramları özlerdik. Topladığımız şekerleri, çetnevirleri torbalarımızda ve ceplerimizde saklardık. Bu keselerin içindeki en büyük hazinemiz geleceğe dair umutlarımız, coşkularımız, sevinçlerimiz ve içtenliğimizdi. Biz büyüdük ve çok üzülerek dünyanın da kirlendiğini gördük, üzüldük. Ama şu anda bile bize çok uzak olsa da yaşasın çocukluk, yaşasın en güzel düşsel köyümüz diyoruz.
Prof. Dr. Özgür Kasapçopur kimdir?
Özgür Kasapçopur, 1963 yılında Üsküdar'da doğdu. Nakış öğretmeni anne ile matematik öğretmeni babanın çocuğudur. İlk, orta ve lise öğrenimini Konya'da tamamladı. 1980 yılında öğrenci olarak geldiği Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde çalışmaktadır. Şu anda Cerrahpaşa Pediatrik Romatolojide öğretim üyesi ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanıdır. Memleketin neresi sorusunu ise Konya ve Cerrahpaşa olarak yanıtlamaktadır.
Kaynak: Haber Merkezi