Ab-ı Hayat

Dedem bir istiklâl gazisi... Pek küçükken kendisini kaybettiğim için bende çok anısı yok... Ama annemden ve babamdan dinlerim dedemi... Erzurum cephesin de bacağından bir kurşun isabet etmiş... Cephede yaralı çok ama tıbbi malzeme yok... Kurtlanmasın diye bir bez parçasıyla gazyağı dökmüşler yaraya... Çanakkale'de üzerlerine bir top mermisi patlamış; siperde yığılı kalan onlarca şehidin arasında kalan dedem; saatler sonra kendine gelmiş ama tabur arkadaşları ve komutanı çoktan uzaklaşmışlar... Yarı sürünerek, yarı emekleyip, yürüyerek bitkince yetişmiş yarenlerine...  

     Yemen cephesinde günlerce aç kalmışlar... Yiyecek yok, dağlarda ot yok; kış-kıyamet... Atın biri ölmüş; hesabı verilecek, ayaklarını kesmişler, teslim edecekler ama açlık artık son merhaleyi bulmuş mecbur atın tırnaklarını kavurup, yemişler... Annem ağlardı... "Dedeniz köylerin ince ekmeğini (şebit) hiç büyük parça koparıp yemedi... Yere dökülen ufaklarını eliyle toplar onları yerdi...” diye...

     Bize masal gibi gelen bu hayatlar bizden 70-80 yıl önce yaşanmış... Şimdi çok şükür hiçbir asırda görülmemiş bir bolluktayız... Çorabını yamayan, kıyafetini ters-yüz edip giyen; eşinin gömleğinden çocuğuna kıyafet diken; ayakkabısı su aldığı için altına pençe attırıp, naylon saran; akşam yemeği olarak ekmekle-soğanın kavrulması sonucunda oluşan aşı yiyen kimse kalmadı... 

    En sıkıntıdayım diyenin dolabı bir kıtlık olsa bir ay yetecek şekilde dolu; kıyafetler bir sezonda giyilmesine sıra gelmeden bekler durumda. Çocuklar psikolojileri bozulmasın diye leb demeden Çorum'a götürülüp; park-bahçe dolaştırılırken neden hâlâ mutsuz ve doyumsuz acaba? 

     Bu soru sosyologların onlarca başlık bulacağı bir konu! 

-Dünyanın bir durak olduğunu unuttuk...

-Nimete ve lükse alıştık...

-Kıymet bilmez olduk... Vs. Vs...

     Ama âcizane ben daha içerideki bir yaradan söz etmek istiyorum... Biz kim olduğumuzu ve değerimizi unuttuk... Bize ruh veren "muhatabımsın, halifemsin” ve "kâinat senin emrinde” dedi... Sadece arıya baksak yeterliydi... Hiç yemediği bir gram balı üretebilmek için 1400 çeşit çiçeği dolaşıyor. İnsanlar yesin diye.. Ama bak başlar üzerinde yeri var... Biz âleme iyilik ve güzellik için geldik... Var mısınız; yaptığımız her iyiliğin zerresinin boşa gitmediğini bilerek; art niyetsiz, hesapsız, garezsiz sadece mutlu etmek için iyilikler yapmaya... Buluştuğumuz yüreklere Hızır olmaya... En azından arıdan geri kalmamaya... 

    Kendimiz olup; samimiyetle sıcacık gülümsediğimiz an güzelliğin tadına varacağız... Hele bir de bizi severek yaratanın adını andığımızda   ab-ı hayatı bulacağız...


Yazarın Diğer Yazıları