FAHRİ KÂİNAT HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.) EFENDİMİZ -1-

Yaradılmışların İlki ve En Hayırlısı, En Evvel, Dede ve Baba Abdülmuttalib, Baba ve Anne Üzerinde Hiçbir Kul Hakkı Yoktur, O Gece Meydana Gelen Harikalar

Âlemlere rahmet kapılarını açıp inayet hazinelerinden mürüvvet cevherleri saçan, sadakat bağında biten iman ağacına rahmetten yaprak, ibadet bahçesinde yetişen irfan fidanına kanaatten meyve, muhabbetten çiçek bahşeden yüce Allah'ımız insanlık âlemine bir nur gönderdi. Kâinat fezası da bir rahmet güneşi parladı… Bu ebediyet güneşinin doğ¬masıyla cihan günleri saadet cennetlerine döndü… Bu İlâhî güneş; Allah'tan gelen aşkın hedefiydi. Âlemlerin efendisiydi… Topyekûn za¬man ve mekânın ve bütün mahlûkatın Peygamberiydi…

Peygamberlik sancağının ötelerde ilkiydi… Dünyada son… Sonların sonunda da en son sahibiydi ve peygamberler tahtı¬nın da sultanıydı…

Hem nasıl bir sultan?.. Sultanlar bile kapısında köle olmayı en büyük nimet bildiler…

"Levlâke Levlâk” hitabına mazhardır o! Âlemde hiçbir faniye nasip olmayan bir nura mâliktir ki, bütün varlık bu nurdan yaratılmıştır.

Nasıl ki, âlemlerin rabbi olan Yüce Allah, bir ve benzersiz ise; O da benzerleri bütün insanlar ve peygamberler arasında bir ve yine benzer¬siz…

Biricik yaratılış sebebi ve Allah'ın Sevgilisi…

O, öyle bir nur ki, o yüzden var olduk…

O, öyle bir uludur ki, ne desem ondan ileridir…

Ve her şeyde herkesten üstün olan ve ileri gidendir…

O'nun, nuru bütün mahlûkatın maksududur… Âlem halkı, O'nun için yaratılmıştır…

O, Nebiyy-i âhir zaman, Kevser çeşmelerinin mâlikidir… Vücudu, âleme mahzâ rahmettir…

Azîz ve celîl olan Allah, onun kadir ve kıymetini belirtmek için ba¬şına "Levlâk” tacını koymuş ve şöyle buyurmuştur:

"Sen olmasaydın, sen olmasaydın, âlemleri yaratmaz¬dım!”

Ve işte O, tek katresinin hacminde bin umman çalkalanan ve tek zerresinin menşurunda bin kâinat yüzen Kevser havuzunun sahibi…

İki âlem de O'nun varlığıyla var oldu… Arş'da, O'nun adıyla durup dinlendi…

Her hususta âlemin ulusu O'dur. Her dertlinin derdine derman, her hastanın gönlüne merhem olan yine O'dur…

Bir taş parçası bile, O'nun yüzünden yüceliğe erdi. Ay, parmağının bir işaretiyle ayrıldı; güneş batmışken bir emriyle tekrar doğdu. Mucize parmaklarından susuz kalan ümmete çeşmeler akıttı. Bir hurma kütü¬ğünü bile iştiyakla inletti…

Toprak, O'nun için lütûflara uğradı. Âlem, O'nun saçlarıyla misk kokularına büründü…

İki omzunun arasında güneş gibi apaçık peygamberlik mührü vardı.

O ki, eskimeyen bir tek yeni… O ki, solmayan bir tek renk…

Güneş, o'nun tebessümüne kuldur. Ağlayışı buluta iş buyurur. Ebedî olan şeriat, O'nun şeriatıdır. Âlemlerin Rabbi, ebede kadar iki cihan sultanlığını O'na vermiştir…

O, Mi'rac sahibi, kâinatın büyüğü, peygamberlerin hâtemi, zâtı bir güneş olan Peygamberdir. Varlığın sebebi olan bir Peygamber…

Azîz ve Celîl olan Allah, Arş'la Kürsî'yi O'nun nurundan yarattı…

O, bütün âlemlere hidâyet ve rahmet olarak gönderilmiştir. Bütün dinlerin üstünde İlâhî hüküm ve fermanları bildiren "Hâtemün-nebiyyin”dir…

EN EVVEL

Bil ki: Nuru sönmez bir güneş Nebi,

Can bahşeden Huda O'nun sahibi…

En evvel, hem her şeyden evvel yaratılan Cenâb-ı Muhammed Sallâllahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'in Mübarek Nurudur.

Evet: O Aziz nur yaratılmışların ilki olunca, O'na Hûda'yı takib eden denilse hata edilmiş olmaz. Nitekim şeyh galip:

"Çün (Evvel-mâ halak)tır ol nur Sâni-i Huda desem de mazur!”

Demiştir ki, gerçekten pek güzel ve hikmetli bir sözdür.” Madem ki o nur yaratılmışların ilkidir, O'na Huda'yı takip eden desem mazurum!”

Temiz kişilerin canları, O'nun tertemiz canına toprak kesilmiştir. Can ne ki? Canı bir tarafa bırak, yaratılış bile O'nun ayağının altına dö¬şenmiş, toprak olmuştur.


Yazarın Diğer Yazıları