NASIL SEKÜLERLEŞTİK ? DÜNYA NEREYE GİDİYOR? -1

Geçtiğimiz hafta sonu Konya Yazarlar Birliğinin düzenlediği Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın Bey'in konuşmacı olarak katıldığı; "Nasıl Sekülerleştik? Dünya Nereye Gidiyor” başlıklı program tek kelime ile muhteşemdi. Emeği geçenlerin her birine gönülden kalb-i şükranlarımı sunarım. Prof Dr. Mehmet Zeki Aydın Bey konuşmasında başında sekülerleşmenin kronolojisini vererek başladı. Sekülerleşmenin Kronolojisini; Rönesans, Reform, Fransız İhtilali, Laiklik / Cuhhuriyet, Pozitivizm, Darwinizm, Freud, Liberalizm,Pragmatizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Varoluşçuluk, Humanizim ve Sekülarizm olarak belirtti ve ayrıntılı olarak açıkladı. Konuşmasının devamında yaşananları ve muhtemelen yaşanacakları aktardı. Çok özel ve güzel Konferansı ayrıntıları ile birlikte siz değerli okuyucularıma aktarmak istiyorum.

RÖNESANS

"Rönesans, kelime olarak ‘yeniden doğuş' anlamına gelmekle birlikte, zamanla ve günümüzde belli bir alanda değil birçok alanlarda gerçekleşen, yenilenerek meydana gelen doğuşu veya oluşumu ifade etmektedir. Bilim ve sanatı dinden ayırmak, Aklın hakimiyetini öncelemek. Gerçekten Rönesans kelimesi belli bir tarihte ve belli alanda farklı düşünme ve davranışı anlatırken, XVIII ve XIX. yüzyıllarda daha kapsamlı tanımlamalara konu olmuştur. Rönesans önceleri Ortaçağ Hristiyan dünya görüşü ve özellikle Skolastik düşüncenin muhteva, yöntem ve niteliğine temelde karşıt bir düşünce, sanat ve yöntem biçimini ifade ederken sonradan bu tutumun kabul edilmeyerek yeniden tanımlanmasının yapıldığını belirtmiştir.

Rönesans, ortaya çıkması ve etki meydana getirmesi bakımından yaklaşık XIV. yüzyıldan başlayıp XVII. yüzyılın başına kadar devam eden bir süreyi kapsamaktadır. Önceleri sanat ve edebiyat alanında başladığı kabul edilen Rönesans, bu alana ait yeni bir hareket veya akım gibi değerlendirilmişse de sonraki yüzyıllarda özellikle uygarlık (civilisation) teriminin bilimsel ve disiplin kimliği kazanmasına eş olarak bir düşünce, kültür ve uygarlık sistemi muhtevası kazanmıştır. Bu bağlamda Rönesans'ın kaynakları ve bunlara dayalı olarak oluşturulan uygarlık sistemi, aynı zamanda dünya görüşü niteliğinde algılanmıştır.

REFORM

Reform, 15. ve 17. yüzyıl boyunca Avrupa'yı etkileyen Katolik Kilisesi'ne karşı yapılmış dinî bir harekettir.

Allah ile kul arasından din adamları çıksın. Herkes Allah'ın mesajlarını kendisi yorumlayabilir. Protestanlık = Evanjelist = İncilci.

Katolik Kilisesinin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyasal etkinliklerle daha fazla ilgilenmeye başlaması birçok din adamının tepkisini çekmiş ve reform hareketlerine yol açmıştır. Reform hareketleri önce Almanya'da sonrasında ise Fransa, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinde de etkili olmuştur. Bu reform hareketi Hristiyanlığın yeni ve büyük üç mezhebinden Protestanlığın oluşmasını sağlamıştır.

Reform hareketinin önderi Cermen kökenli teolog ve filozof Martin Luther 'dir. Luther'in kaderi kendinden önce ortaya çıkan ve sapkın olarak ilan edilip yakılan reformcular gibi olmamıştır. Büyük bir başarı yakalamış ve Avrupa tarihinin akışını değiştirmiştir. Bu dönemde Almanya Papalık tarafından sömürülüyordu. Bundan dolayı İtalya'ya büyük bir nefret duyuluyordu. Martin Luther de bu durumdan fazlasıyla yararlanmıştır. Martin Luther Roma'ya yaptığı bir ziyaret sırasında Papa'nın Hristiyanları kandırdığını, haksız olarak zevk ve lüks içinde bir hayat yaşadığını fark etti. Luther bu durumu gördükten sonra Hristiyanlığın amacına dönmesi gerektiğini söylemiş ve Roma Kilisesi'ne (Katolikliğe) karşı oluşacak büyük bir hareketin temellerini atmıştır. Böylece Luther on yıl içinde kendisini ilk "Protestan” isyanının başında bulmuştur.

LÂİKLİK

Devlet yönetiminde din adamlarını (ruhban) saf dışı bırakıp, ruhbanların dışındaki insanların sözünün geçmesi. Devlet yönetiminde dinî kuralların geçerli olmaması görüşü.

Lâik kelimesi, Fransızca "laic”, "laique” kelimesinden gelmektedir. Kelimenin Latince aslı ise "laicus” olup lügat anlamıyla ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan şey, fikir, kurum demektir. Genel ve ortak anlamıyla lâiklik, dinî ve dünyevî otoritelerin yekdiğerinden ayrılmasını, din işlerinin ferdî, hususî sayılarak ferdin vicdanına terk edilmesini ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak din hürriyetini sağlaması diye anlaşılmaktadır. Lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Daha açık ve doğru deyimle lâiklik, dinî ve dünyevî otoritelerin birbirinden ayrılması, devletin siyasî, hukukî ve sosyal düzeninin sağlanmasında dinî inanç yerine aklın hâkimiyetine yer verilmesidir.

Lâik devlette devletin dini olamaz; hukuk devleti fikri ile mevcut dinlerden birinin üstün tutulması fikrini bağdaştırmak mümkün değildir. Devlet dini; ayrı, farklı dinlere mensup olanlarla inanmayan vatandaşların kanun önünde eşitliğine aykırı düşer. Lâik devlete din hürriyetinin tabiî sonucu olarak bütün dinler kamu düzenine aykırı düşmedikçe tanınır. Lâik devlet münhasıran vatandaşlarının dünyevî ihtiyaçları ile ilgilenir ve bunları karşılamaya çalışır. Dinî makamlar, devletten tamamen ayrılmışlardır, din işlerinin düzenlenmesi özel kurumlara, cemaatlere terk edilmiştir. Ancak, tarihî ve sosyal zorunluluklar bazı memleketlerde dinî makamların pek yakından murakabe edildiğini ve dinin bir kamu hizmeti olarak teşkilatlandırıldığını göstermektedir. Din bir kamu hizmeti olmaktan çıkınca dinî işler ve faaliyetler için devlet bütçesinden ödenek ayrılmaması gerekir. Ancak bu prensip kesin olarak her memlekette uygulanmaz. HRİSTİYANLARA GÖRE İNSANLAR: 1. DİN ADAMI (Ruhban) 2. LAİK olarak sınıflandırılmıştır.

 

POZİTİVİZM

Olgularla desteklenen ya da somut verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüdür. Elle tutulan, gözle görülen dışında gerçeklik yoktur. Genel çizgileriyle pozitivizm, deney konusu edilebilecek olgularla ilgili, yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular. Bunun dışında, olguların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi türlerinin varlığını kabul eder, ama bunların içeriksiz olduğunu ileri sürerler. Pozitivistlerin, en temel özelliği ise geleneksel felsefe görüşlerini, olumsuz bir anlam yüküyle "metafizik” olarak niteleyerek karşı çıkmasıdır. Comte'dan bu yana "metafizik” nitelemesi insanlığın geride bıraktığı bir aşamayla ilgili, gerçekliğini yitirmiş, yerini pozitif bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırır.

Comte'a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir. İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi güçlere göre yapıldığı dinî bir aşamadır. İzleyen metafizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır. Üçüncü aşamada ise insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi, açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır. Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliği geçiş aşamalarına benzetir.

Comte'a göre bilim olgulara dayanmalıdır. İnsan kafasının soyutlanmalarından doğmuş olan metafizik, deney ve bundan ötürü de bilgi alanımızın dışındadır, nesnelerin kendilikleri de bilinemez.

 

FREUD VE PSİKANALİZM

Freud: İnsan kötü yaratılmıştır; insanın yaptıklarının altında cinsellik ya da hâkimiyet arzusu vardır.

Freudizm, Sigmund Freud (ö. 1939) tarafından ileri sürülen, cinsel içgüdü enerjisinin insanın maddi ve manevi bütün değerlerine hakim unsur olduğu iddiasıdır. Freud'a göre en kuvvetli tabii arzular cinsi istekler (libido) olduğu için, insana ait din, ahlak, sanat gibi bütün manevi değerler ile para gibi maddi kıymetlerin kaynağı da cinsel içgüdüdür.

Karl Mars ve Darwin gibi materyalistlerden sonra bu felsefe içinde yaşayan Freud başka bir materyalist akım oluşturdu. Nefsani arzulara karşı sansür dediği dinî, sosyal ve ahlaki engelleri kaldırarak, insanları şehevi duygularına esir etmek istedi. Determinizm ilkesi yolunda ilerler, yani bir şeyin sebebi mutlaka başka bir sebebe bağlıdır.

DARWİNİZM VE EVRİMCİLİK

Charles Robert Darwin: (ö.1882) İngiliz doğa bilimcidir. İnsan dahil tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürmüş ve kendince bu teoriyi destekleyen kanıtlar sunmuştur.

Darwin' in fikirleri üzerine inşa edilen modern evrim teorisi bugün biyoloji biliminin temeli ve birleştirici öğesi konumundadır. Darwin'in doğa tarihine duyduğu ilgi, önce Edinburgh Üniversitesi'nde tıp, sonra Cambridge Üniversitesi'nde teoloji okurken gelişti. Beagle gemisinde yaptığı beş senelik yolculuğu sırasında, zamanın meşhur jeologu 1859'da yayımladığı Türlerin Kökeni Üzerine adlı kitabı, canlıların ortak atalardan evrilerek çeşitlendiği fikrinin geniş kabul görmesini sağladı. Daha sonra yayınladığı İnsanın Türeyişi ve Cinsiyete Mahsus Seçilim kitabında insan evrimini ve cinsel seçilim fikrini inceledi. İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi adlı kitabında ise insanların ve hayvanların duygularını ifade ediş şekilleri arasındaki benzerlikleri ortaya koydu. Darwin bugün, İngiliz tarihinin pek çok önemli ismiyle beraber Westminster Abbey'de gömülüdür.

SOSYALİZM

Sosyalizm: Önce toplum önemlidir. Anca beraber kanca beraber; nimetleri de sıkıntıları da paylaşalım, hep beraber yaşayalım anlayışı hakimdir.

Aydınlanmanın, Fransız Devriminin liberal ve eşitlikçi ideallerinin ve endüstrileşme sürecinin ürünü olup, sömüren sınıf ya da sınıfları tasfiye ederek, insanın insan tarafından istismar edilmesinin önüne ‘geçmeyi, toplumda bireyler arasında karşılıklı bir işbirliği ve yardımlaşma yaratmayı amaçlayan ve üretim araçlarının ortak mülkiyetiyle belirlenen toplumsal sistem. Kısacası iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan düşünce sistemidir. Sosyalizmin aşırı uygulamasıyla devletçiliğe dönmesi kominizm olmuştur.

FAŞİZM

Faşizmin sözcük kökeni, Antik Roma yöneticilerinin geniş hükûmet yetkisini simgeleyen ve ucunda balta bulunan bir çubuk demetinin adı olan Latince ‘fasces' sözcüğünden gelmektedir. Aynı simge daha sonraları Fransız Devrimi sırasında ‘Aydınlanma' anlamında, halkın elindeki devlet gücünü temsil etmek üzere de kullanılmıştır.

ÖNCE DEVLET, MİLLET, VATAN

Faşizmin Temel Nitelikleri; Toplumsal hayatın bütünü, devletin iktidarı elinde tutanın dünya görüşüne göre, yani lider ilkesine göre örgütlenir ve belirlenir.

Basın ve yayın kuruluşları mevcut ideoloji paralelinde yayın yapmaya zorlanarak, egemen görüşe zıt düşünceler ve eleştirel seslerin çıkması çeşitli baskı unsurlarıyla önlenir. Aykırı yayın yapanlar sansürlenir, kapatılır veya başka türlü yollarla engellenmeye çalışılır. Böylece egemen düşüncenin karşısına farklı düşüncelerin çıkmasının önüne geçilmiş olunur ve tek tip düşünce, toplumda baskın hâle getirilir.

Etnisiteyi ve ırkı temel alan bir milliyetçilik ve vatanseverlik övgüsü yaygındır, vatanı-milleti-devleti uğruna ölümü göze almak yüceltilir, belli kişiler bu özellikleriyle kahramanlaştırılır.

Toplumun üyesi kabul edildiği ırk ya da milletin diğer ırk ve milletlere üstünlüğü savları öne sürülür ve kanıt gösterilir, bu bağlamda tarihe ve tarih yazıcılığına büyük önem verilir.

Komünizme, liberalizme, demokrasiye, hatta bazen kapitalizme bile kesin bir karşı çıkış söz konusudur.

Toplum sorunlarının çözümünde akıl ve bilim yerine, duyguya, nefrete, söylencelere (mitlere) dayanma eğilimi gösterir ve akıldışıcı (irrationalist) bir felsefe anlayışından beslenilir.

DÜNYA SAVAŞLARI

Birinci Dünya Savaşı: 1914-1918 arasında olan savaşta 10 milyondan fazla asker ve 10 milyondan fazla sivil öldü, 20 milyondan fazla insan yaralandı.

İkinci Dünya Savaşı: İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinde büyük felaketlere yol açmış büyük bir savaştır. 1939 - 1945 tarihleri arasında gerçekleşen ve 65 milyonun üzerinde insanın ölümü ile sonuçlanan savaş, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Savaşlardan sonra salgın hastalıklar başlamıştır.

VAROLUŞÇULUK (Egzistansiyalizm)

Bireyin varlığı özünden önce gelir. Kimse kimseye karışmasın, herkes kendi yolunu kendi çizsin. Doğruya yanlışa herkes kendi karar verip, sorumluluğu da kendisi alsın. Kendisi dışında ona bir şeyi empoze edebilecek kimse yoktur.

Her şeyden önce, varoluş üzerine vurgu yapmak eğilimiyle nitelenir. Varoluşçuluk özlere, olabilirlere, soyut kavramlara ilgi duymaz. Matematik düşüncesinin karşıtıdır; ilgisi varolana yani varolanın varoluşuna dönüktür. Varoluşçuluk asıl gerçeğe dönmektir. Varoluşta soyutun somut olarak gösterilmesi esastır. Bu yüzden varoluşçu düşünce roman ve piyeslerde daha iyi anlatılır. Varoluşçu, düşüncesini, onun varolduğunu toplayabilmek için ne olduğunu bir yana iterek varolanın salt varoluşu ile uğraşmaz; onun konusu varoluş ile varolanın çözülmez birliğidir. • devam edecek


Yazarın Diğer Yazıları