Tahir Büyükkörükçü (R.aleyh) Hocamızın Mirasına Sahip Çıkalım

 Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...

 
Ufuk, önlerinde bayrak kulesi.
Bu gidenler, Altun Kol Silsilesi;
Ölçüden ahenkten daha güzeller.
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...
Necip Fazıl Kısakürek
 
Tahir Hocamız da öncekiler gibi “iyi ata” binip gideli tam bir yıl oldu. Ama o mahşeri kalabalık, o sevgi seli, yeşil sandukanın parmaklar ucunda adeta kelebek gibi uçuşu ve Üçler Mezarlığı’nda Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’nin yanı başına konuşu… Hâlâ buğulu gözlerimizin önünde tülleniyor. O tarihi günü unutmak ne mümkün… Hocamızın tenini Âdem’in kucağına koyduk ama ruhu ve canı her gün bizimle. O tek kelime ile bir âşıktı… Hak âşığı…Peygamber âşığıydı. Hemen her vaazında yer verdiği “Koca Sultan” “aşk eri Mevlânâ”nın yörüngesinde sonsuzla bütünleşti. Arkasında vaazlarıyla meshur, ihlâs ve sıdkına meftun bir cemaat bıraktı gitti.
 O, çocuk olmanın zor olduğu yıllarda çocuk, ilim öğrenmenin zor olduğu yıllarda talebe, İslam’ı anlatmanın zor olduğu yıllarda vaizdi.(Tahir Hoca Belgeseli)
Tahir Hocamı ilk kez 1976 yılında Konya’ya ilk gelişimde duymuş ve tanımaya çalışmıştım. Ablam rahmetli Mihriban yeni gelin olmuş ve Konya’ya eşyasını taşımıştık. Büyük Aymanas Ekmek Koçu Mahallesi Pehlül Dânâ Camii’ne imam-hatip olarak atanmıştı eniştem Ahmet Gök Hoca. Bu Camii Abdullah Büyük hocamızın görev yaptığı küçük bir mekândı. Çok samimi ve ihlâslı bir cemaati vardı. Misafirperver ve dost canlısı insanlardı. Tahir Hocamın adını da ilk kez onlar söylemişti. Abdullah Büyük hocaya da “Küçük Tahir Hoca” diyorlardı. 70’li yıllar Konyası Tahir Hoca’lı yıllardı. O yıldan beri rahmetli hocamız hayran olduğum bir şahsiyet olarak dimağımda ve gönlümde ayrı bir yer tutmuştur.
O Selçuklu’dan Osmanlı’ya intikal eden tarihi Türk-İran vaizlik geleneğinin zamanımızdaki en canlı örneğiydi. Yarım asır boyunca kürsüden gönüllere ilm u irfan akıtmış, feyzu’l-Kur’an dağıtmıştı. O gerçek anlamda bir “veresetü’l-enbiya” idi. O’nun sayısız hayranı ve dostu bir o kadar da cemaati vardı.
 Bunlarda biri de 3 Şubat 2012 de vefatının onuncu yılında andığımız Ali Ulvi Kurucu üstadımız idi. Hatıratında Merhum Tahir Hocamızla alakalı ilginç bilgiler vermektedir. Onlardan birisi de rahmetli Hacı İsa Ruhi Bolay’la ilgili olan ibretlik bir hatıradır:
 Türkiye’den ilk defa hac izni çıkınca 1949’da Hacı Veyiszade ile birlikte Hacca gidenler arasında Konya âlimlerinden Tahir Hoca’nın hocası ve modeli olan İsa Ruhi Efendi de vardır. (Hocam Süleyman Hayri Bolay’ın amcası) Veyis Efendi’den de ders almış zamanında.
 Ali Ulvi Bey, o günlerde bir rüya görür… İsa Ruhi Efendi Hoca bir dershanede bulunuyor. İçerde ancak iki veya üç talebe var. Dershane avlusunda berrak, billur bir ırmak akıyor. Suyun berraklığı Ali Ulvi Bey’in çok hoşuna gider ve heyecanlanır. Sabahleyin Harem-i Şerif’te Hoca Efendi’yi bulur ve rüyasını anlatır… Hocaefendi cevaben der ki:
“Muhterem Hocazadem, bu benim için bir müjdedir, inşallah… Evet, hakikaten Konya’da talebelerim var. Birkaç tane talebem var. Fakat en çok ümit bağladığım, kendisinden birçok şeyler beklediğim tek talebem var. Tahir Büyükkörükçü adında bir genç. İnşallah bana halef olacak, beni geçecek.” 
Ali Ulvi Bey soruyor: “Tahir Efendi sizden okuduğu gibi amcamdan da okuyor mu?”  “Evet, amcana da gidiyor, amcana da gidiyor…” Bu tarihten sonra Ali Ulvi üstadımız Tahir Hoca’yı soruşturmaya başlar. Konya’dan gelen herkes onun hayranıdır. Birkaç yıl sonra da onunla bizzat hac ziyaretinde tanışır. Harem-i Şerif’te ikindi vaazlarında günlerce dinler. Onun ilim, hitabet ve samimiyetine hayran kalır. O yıl beraber haccederler. Memlette ilm ü irfana doğru uyanan meylin müjdesini de ondan alır. Her geçen yıl aralarındaki muhabbet daha da artar.
1955 de Konya’da bir ay boyu her akşam bir evde sohbetleri devam eder. Ali Kemal Belviran’lı, Dişçi Nuri Bey, Fevzi ÖZÇİMİ ve Hacı Ahmet KAĞNICI Beyler ve daha başka gönüldaşlar da bu sohbetlere iştirak ederler. Tahir Hoca’nın Kapu Camii kürsüsünde sık sık kendi beyitlerini okumasına şahit olur. Özellikle de:
“Bitmez güzelin vasfı ağaçlar kalem olsa,
Hilkat de bütün şi’r ile boydan boya dolsa”
beytini çok tekrarlamaktadır. Bir gün de bizzat Ali Ulvi Bey’e iltifatta bulunarak “Gönül Ver” şiirindeki bir beyti okurken, evde iradesini kaybederek Mevlevi dervişleri gibi sema ettiğini söyler. Beyit şudur:
“Her zerrenin Allah diyen ahengini duy da,
Milyarla dilin andığı Sübhân’a gönül ver.”
Ali Ulvi Bey, hatıratında Tahir Efendi’nin tasavvufi yönüne, Sami Efendi Hz.ne bağlılığına da dikkat çeker. Tahir (Hoca)’nın derslerinde hem şeriat, hem hakikat, hem de cihad ruhunun canlandığını vurgular. Mesneviyi aslından okumasını ve hazmetmesini de anlatır. Sonra Tahir Hoca’nın Burdur ve İsparta günlerinden bahseder. Onunla her karşılaşmasında merhum amcası Hacı Veyiszade’den söz ettiğini, onu gözyaşlarıyla anlattığını, özellikle amcasının güler yüzlü oluşuna işaret ettiğini de ilave eder Ali Ulvi Bey. Tahir Hoca’nın siyaset günlerine kısaca temas eder. Alimlerin siyasete girmelerinin fayda ve zararlarından ayrıca söz eder.
Bu noktada çok önemli bir inkisar ve arzusundan da bahseder. Bu aynı zamanda bir tür iç muhasebe ve pişmanlıktır. Tahir Efendi’nin de kendisi gibi alim ve fazıl talebeler yetiştirmesini çok arzu etmektedir. Bu amcasının yoludur. Ve yolların en zor ve çileli olanıdır…(Devam eder..)  “Bu feyizli ve çileli yola katlanmayanların hizmetleri, sadaka-i cariyeleri de devam edip gidemez. Umuma yapabildikleri tesirle yetinmek zorunda kalırlar. Ben de ne yazık ki onlardan biriyim. Kütüphanecilik mesleğinde, gelenlere kitap vermek, dertlerine koşmak, meselelerini halletmekle, vakitler geçip gitti….” Ali Ulvi Bey bunun sebebinin de Kahire yıllarından beri devam eden şiir ve edebiyat merakı olduğunu belirtir. Sonra da meşhur duasını tekrar ettiğini nakleder: “Mehmet Akif gibi şair, Cenab Şehabeddin gibi nâsir olayım”
Tahir Hocamızı bir kez daha rahmet ve saygı ile anarken mirasına sahip çıkma adına yapılması gereken birkaç hususa dikkat çekmeyi bir tarihçi olarak görev kabül ediyorum: 1.Tahir Hoca gibi şahsiyetler yılda bir veya bir kaç kez anılarak geçiştirilemez. Mutlaka hatırasına sahip çıkılmalı, kendi deyimi ile “ÖLMEMELİ”dir.. Adı bir kültür merkezine verilmeli, kasetleri, kitapları, öğrencileri ve vizyonu yeni nesle tanıtılmalıdır. 2. Muhterem oğlu Abdurrahman Hoca Efendi ile temasa geçilmeli, adını taşıyan bir vakıf kurulmalı. Kültürel faaliyetler yapılmalı. Öğrencilere burs verilmelidir. 3. Hakkında master ve doktora çalışması yaptırılmalı. Geleneksel vaizciliğimizin asrımızdaki en iyi temsilcilerinden biri olduğu unutulmamalıdır. 4. Vaazları bir an önce kitaplaştırılmalı ve insanımızın istifadesine sunulmalıdır. 5. Bu vesile ile vaazlarında sık sık bahsettiği hocaları ve diğer şahsiyetleri de onunla birlikte anmalıdır. Onun çabasının şahsi değil, tarihi bir vizyonun temsili olduğu unutulmamalıdır. 6. Konya asırlardan beri bir ulema yatağıdır. İlim, irfan ve tasavvuf şehridir. Bunu vurgulayacak en önemli kurum ise kütüphanelerdir. Rahmetli hocanın kitapları bir ihtisas kütüphanesine dönüştürülmelidir.
Rabbim bizi sevdiklerimizle beraber eylesin ve onlarla birlikte haşretsin inşallah.

Yazarın Diğer Yazıları