DOLAR
39,77
EURO
46,72
STERLİN
54,36
GRAM
4.259,47
ÇEYREK
6.992,96
YARIM ALTIN
13.986,92
CUMHURİYET ALTINI
27.843,92

Vehn Hastalığından Kurtulmak

"Bes! (Yeter!) Her birimiz birer ibretliğiz. Bes..."

Bu unutulmaz nasihati, 80'li yaşlarındaki Ali Amca, Hatay Yayladağı'ndaki konteynırında bize kahveyle birlikte ikram etmişti. Yanımda, Suriye'nin Lazkiye şehrinden kopup gelmiş, 37 yaşında, güleç yüzlü ve cana yakın bir genç olan Alaaddin vardı. Onunla 2017'deki İdlib kırsalı ziyaretimizde tanışmış, vatanlarından zorla koparılmış aileleri ve yetimleri birlikte ziyaret ediyorduk. İşte o gün, Ali Amca'nın bu sözleriyle sarsılan Alaaddin'in gerçek hikayesine tanık oldum.
Bayır Bucak Türkmenlerine ev sahipliği yapan eski Tekel binasının bahçesinde, Ali Amca'nın nasihatinin etkisiyle içini dökmeye başladı. Bazen kısık bir sesle, bazen ağlamaklı bir halde, Lazkiye'deki o güzel sahil evinden Yayladağı'ndaki 10 metrekarelik bir konteynıra uzanan yolculuğunu anlattı. Toplumun nasıl hızla kutuplaştığını, komşuların nasıl düşmanlaştığını ve savaşın ortasında nasıl çaresiz kaldıklarını dile getiriyordu.

Henüz 17 yaşındayken babasının evlilik teklifini, "Hayır, ben çalışıp kendi evimi yapacağım, ondan sonra evleneceğim,” diyerek geri çevirmişti. Tam 13 yıl boyunca durmaksızın çalışmış, Lazkiye'de, sahile yakın bir arazide hayalindeki evi inşa etmişti. Nihayet evlenip hayallerine kavuştuğunda, televizyondaki "Arap Baharı” haberlerini kendilerine çok uzak bir gelişme olarak izliyorlardı. Ancak savaş, onları da evlerinde yakalayıvermişti. Evliliğinin henüz üçüncü ayında, yüzlerce yıllık ata yurdunu, tüm varlığını ve hayallerini geride bırakıp Türkiye'ye sığınmak zorunda kalmıştı.

Anlatırken sık sık yutkunuyordu. O yutkunmaların ardında nice acıların, kayıpların ve anlatılmamış hikayelerin olduğunu hissediyordum. Fakat yıllar önce kendime verdiğim bir söz vardı: Hiçbir mağdura, o açmadıkça ailesinin akıbetini sormayacaktım. Bu sözü neden verdiğimi hiç unutmam. Yıllar önce Keşmir'de, 6 yaşındaki Şahan'a babasının ismini sormuştum. O an sessizce olduğu yere çöküp ağlamaya başlamıştı. Babasını üç yıl önce bir çatışmada şehit vermişti. Yüzünü bile tam hatırlayamadığını, annesini ve kalan eşyalarını da depremde kaybettiğini anlatmıştı. O gün, o masum çocuğun gözyaşları karşısındaki çaresizliğimi hiç unutmadım. Bu yüzden Alaaddin'e de ailesini soramadım.

Zamanla, ben sormadan o anlattı. Vatanlarını savunurken birçok arkadaşını ve akrabasını şehit verdiğini söyledi. "Çok zor geçti, çok acı çektik, çok yokluk gördük," diyordu. "Fakat tüm bu zorluklar sırasında Türkiye bize el uzattı, yeniden hayata tutunabileceğimize inandık."
Sonra beni en çok etkileyen şu cümleyi kurdu: "Biliyor musun abi, ben gerçek huzuru o sahildeki evde değil, burada, bu 10 metrekarelik konteynırda buldum. Şimdi mutluyum, umutluyum.”

Alaaddin, şimdi tüm vaktini kendisi gibi savaş mağduru olan yaralılara, yetimlere ve kimsesiz yaşlılara bakarak geçiriyor, bölgeye ulaşan yardımları organize ediyordu. Yüzündeki o eski keder gitmiş, yerine geleceği yeniden inşa etme umudu gelmişti. Ancak bu umudun ardında, kaybettiği güvenin ve iç savaşın anılarının getirdiği bir korku da seziliyordu. Sohbetimizin sonunda acı bir kıyaslama yaptı: "Biz Türkiye'nin komşusuyduk, Türkiye bize sahip çıktı. Fakat Gazze'nin sahip çıkacak bir komşusu bile yok…”

Alaaddin'in o sahil evindeki maddi varlıktan sıyrılıp 10 metrekarelik bir konteynırda bulduğu gerçek huzur, aslında hepimize tanıdık gelmesi gereken manevi bir hastalığın şifasıydı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizleri asırlar öncesinden bu tehlikeye karşı şöyle uyarmıştı:

"Öyle bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabına üşüştüğü gibi, kâfirler sizin üzerinize üşüşecekler." Sahabe sorar: "Ya Rasulallah, o gün sayımız az mı olacak?" Efendimiz (s.a.v) cevap verir: "Hayır, aksine çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz, selin üzerindeki saman çöpü gibi olacak, hiçbir ağırlığınız kalmayacak. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı olan korkuyu söküp alacak ve sizin kalplerinize ‘vehn' bırakacak." Sahabeler tekrar sorar: "Vehn nedir?" Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: "Dünyayı çok sevmek ve ölümü kerih görmek, yani ahireti unutmaktır.” (Ebu Davud, Melahim 5, 4297)

Alaaddin kardeşim, kalbindeki o vehn hastalığını yenmeyi ve yarına umutla bakmayı başarmıştı. Onun hikayesi, İslam toplumunun en büyük imtihanlarından olan dünya malına düşkünlüğün yenilebileceğini ve gerçek huzurun ancak bu şekilde bulunabileceğini gösteren canlı bir örnektir.

Bugün bu hikâyeyi, Türkiye'nin kendi içinde yaşadığı hızlı kutuplaşmayı, dünya malına yönelik hırsı ve komşularımıza karşı duyarsızlığımızın bizi sürükleyebileceği tehlikeli sonu hatırlatmak için paylaştım. Bu, hem kendime hem de sizlere bir nasihat olarak burada dursun. Yeniden bir olma, ayrıştığımız konuları bir kenara bırakma ve kalplerimizdeki "vehn" hastalığından kurtulma zamanıdır.

Rabbim bizleri de bu hastalığa yakalanmaktan korusun, şayet yakalanmışsak kurtarsın ve bizleri yetimlerin hamisi eylesin.


 

Yazarın Diğer Yazıları