DOLAR
42,25
EURO
49,04
STERLİN
55,73
GRAM
5.800,83
ÇEYREK
9.528,75
YARIM ALTIN
18.962,51
CUMHURİYET ALTINI
37.863,03

İspanya Avrupa’nın Yeni Lideri mi Oluyor?

Uluslararası siyaset çoğu zaman çıkar hesabıyla yürür; kalın dosyalar, kuru cümleler, diplomatik "muvazene.” Fakat kimi vakit bir ülke, "vicdan”ı siyasetinin merkezine koyar ve topyekûn başka bir yol gösterir. Bugün İspanya'nın Gazze'de yaşanan büyük insanlık dramı karşısındaki tavrı, tam da böyle bir istisna. Bu duruş gökten öylece ortaya çıkmadı; Endülüs İslam Devleti izlerini taşıyan medeniyet birikiminin, Doğu ile Batı arasında kurulmuş kadim köprülerin, İspanya'nın hafızasında hâlâ canlı durduğunu izliyoruz. Bugün herkes büyük bir geri dönüşe şahitlik ediyor.

İspanya'yı Almanya ya da Fransa'dan ayıran temel fark, "tarihini unutmamış” olması. Asırlarca İslam, Hristiyanlık ve Yahudi geleneğinin yan yana yaşadığı Endülüs, bugünün İspanya'sına yalnızca estetik değil, aynı zamanda "hakkaniyet” duygusunu da miras bırakmış görünüyor. Bu yüzden Madrid'in Filistin meselesine yaklaşımı, soğuk jeopolitik hesapların ötesinde; insan onurunu esas alan, adaleti şiar edinen bir çizgide ilerliyor.

Bu çizgi son aylarda dört somut adımla berraklaştı:

•    Tarihi adalet: İspanya, Filistin Devleti'ni Doğu Kudüs'ü başkent kabul eden 1967 sınırlarıyla tanıdı. Böylece yara almış iki devletli çözüm fikrine "can suyu” verdi.
•    Hukukun üstünlüğü: Uluslararası Adalet Divanı'ndaki soykırım davasına müdahil olarak "mesele siyaset değil, evrensel hukuk” dedi; tereddüt eden Batı başkentlerine de aynaya bakma çağrısı yaptı.
•    Somut eylem: İsrail'e silah ihracatını durdurup büyük askeri sözleşmeleri iptal ederek "bu suça ortak olmayacağız” diye net bir çizgi çekti.
•    Sumud Filosu : Gazze'ye yardım götüren "Küresel Sumud Filosu"na destek olmak ve olası bir kurtarma operasyonunu gerçekleştirmek üzere bir donanma gemisi gönderme kararı Kral VI. Felipe'nin BM'deki çıkışının boş olmadığını gösterdi.

Bu, sahiden cesaret işidir. Bizim buraların tabiriyle, "Gavgaya baş olmaz, hakka baş olur” diyerek korkuya pabuç bırakmadı.

AB içinde dış politikayı çoğu zaman Berlin–Paris ekseni belirlerdi. Lâkin Gazze söz konusu olunca Fransa temkinli bir dil seçerken, Almanya Macaristan'la birlikte tamamen suça ortak olmayı seçti. Madrid "gerekirse tek başımıza” diyerek yürüdü. İrlanda, Norveç ve Slovenya gibi ülkeler de peşine takılarak yeni bir diplomatik hat kurdu. Böylece Avrupa'da liderliğin sadece para-pul, sanayi veya askerî kemiyetle değil; ahlaki netlik ve siyasi cesaretin keyfiyeti ile de ölçülebileceği görüldü. 

Kral VI. Felipe'nin Birleşmiş Milletler kürsüsünden "Bu katliamı durdurun” çağrısı yapması, meselenin saraydan sokağa, devletin tepesinden mahallenin vicdanına kadar içselleştirildiğini gösteriyor. Hâsılı, bu bir hükümet politikası olmanın ötesine geçmiş, memleketin ortak vicdanına dönüşmüş durumda.

Liderlik her daim en yüksek sese sahip olmak değildir. Bazen en doğru zamanda "dur” demektir; bazen de en zor anda mazluma kol kanat germek. 

Elbette İspanya'nın da hatasız olmadığı dönemler olmuştur; tarih böyle yazılır. Fakat bugün atılan adımlar, yarın çocuklarımızın okul kitaplarında "dürüst ve kadirşinas bir duruş” diye anılabilir. Bizde büyükler "Eşref-i mahlûk insandır; onun onuru her siyasetin üstündedir” der. Eğer Avrupa yeni bir istikamet arıyorsa, Madrid'in açtığı bu hattı küçümsemek yerine dikkatle okumalı.

Özellikle Sumud Filosuna destek için donanma gemisinin bölgeye gönderilmek üzere yola çıkması sadece Gazze'deki mazlumlara değil; umudunu yitirmek üzere olan bütün insanlığa da hitap ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları