EĞİTİMDE BİR MİLAT BAŞLAMALI MI?
Şimdi bazı kesim insanların bu yazımı okumaya başlamadan sana mı kaldı bu işler veya sen mi çözeceksin bu yumağı diyeceklerini tahmin ediyorum. Aslında herkes biliyor bu işin nasıl çözüleceğini. Ama o ne der, bu ne söyler demekle zamanımız geçip gidiyor. Ancak geçen zamanın geri dönmeyeceğini unutmayalım.
Esas sorun, eğitimi ve öğretimi birbirine karıştırmamızdan kaynaklanmaktadır. Sorunun çözümü için birinci aşama eğitimin evde aile tarafından verilmesi gerektiğini, öğretimin ise okulda yapılması gerektiğini öğrenmekle bu işe başlamış oluruz. Ben demiyorum ki okulda eğitim verilmez. Elbet okulda öğretmen de eğitim verecek ancak terbiyesini ilk önce evinde alan öğrenciye öğretmen eğitim verebilir. Ama öğretmenler, velilerin prens ve prenses olarak yetiştirdikleri çocuklara eğitim vermekten korkar duruma geldiler. Küçük yaştaki çocuklarımızı, öğretmeni başarsından dolayı aferin diye başını okşayamıyor. Veya sınıfın huzurunu bozan bir çocuğun kulağından tutup çık dışarıya diyemiyor. Kılık kıyafetinden tutun da taşıdığı cep telefonuna kadar sınıfa alınması uygun olmayan her türlü yasaklı işleri yapmaktan kendini başarılı sayan bir nesille öğretmenler uğraşmak zorunda kalıyor. Daha açık konuşmak gerekirse çocuk evden gidecek diye okulların açıldığına sevinen velilerimiz bile var. Okulların açılmasından sonra bir ay geçtiği halde hiçbir liseye yerleşemeyen bir öğrencinin gelerek ben okula yerleşmemişim demesi kadar acı bir durum yok. Yani aile bir haber, öğrenci başka bir haber. Tamam her öğrenci okumak zorunda değil ama bu işin Açık Öğretim Lisesi boyutu var, Mesleki Eğitim Merkezi boyutu var. Niye okullar açılmadan önce bu işlerin planı yapılmıyor, bir karar verilmiyor, aile bu durumda niye evladına bir destek vermiyor? Yani bazı istisnalar hariç aileler eğitimden bir haber, olduğu gibi öğretimden de bir haber durumdalar. Eğitim konusunda her şeyi devletten bekleyen bir yapının dışına çıkarak her bireyin kendi üzerine düşen görevi yapması gerektiğinin bilincine varmamız gerekmektedir. Elbet eğitim camiasının içinde de diplaomalı ama verimsiz olanlar da vardır. Bunları da ayyuka çıkarmak hem devletin hem de velinin işbirliği ile gerçekleşebilir. Ama bu işi yaparken özveri ile çalışan eğitim neferlerinin şevkini ve hevesini kırmadan doğru bir şekilde yapmamız gerekmektedir. Örneğin; cep telefonunun yasaklandığı bir okulda telefonunu sınıfa kadar sokan bir öğrencinin öğretmeni ile yaşadığı probleme karşı öğrenci velisinin hem okulu hem öğretmeni suçlayıcı bir profil içerisine girmesi aslında öğretmene ve okula zarar vermekten çok kendi çocuğuna zarar verdiğinin bilincinde olması lazım. Buna benzer yüzlerce örnek sergilenebilir. Daha sonra da eğitim bitmiş diye veryansın eden bir topluluk karşımıza çıkar. İşte bu topluluğun çocukları devlet okulunda okuyan ama benim çocuğum özel diyen ve özel okul muamelesi isteyen bir grup ile okul idaresinin ve öğretmenlerin sürekli bir çatışma halinde olduğu gözlenmektedir. Aslında tüm çocukların özel olduğunu velilere anlatmak daha doğru olur. Buna en iyi örnek de yakın zamanda sosyal medya kanallarında izlediğimiz bir öğretmenimizin öğrenci zorbalığı ile karşı karşıya kaldığı halde, hiçbir öğrencimin ceza almasını istemiyorum demesi değil midir?
Ben görmedim, ben yaşayamadım diyerek yetiştirdiğimiz prens ve prensesler yarın kendi ayakları üzerinde duramayan boş bir nesil olarak karşımıza çıkacaklar. Küçük yaşta sussun diye çocukların eline verilen tablet ve cep telefonunun bir enkazın temelini atmaktan farkının olmadığını herkes biliyor. Maddi durumu çok iyi olan veya iyi olmasa bile çocuklarını mutlu edebilmek için her şeyi alan aileler, çocuklarının mutsuzluğunun da temelini atmış oluyorlar. Çünkü çocuk yaşta her şeye sahip olan gençler doyuma erken ulaşmış oluyorlar. Böylece saygıdan yoksun, mutsuz bir gençlik ile karşı karşıya kalıyoruz.
Çocuklara, ne iş yaparsa yapsın yaptığı işin en iyisi olmanın önemini anlatmak yani aranan kişi olma özelliğini aşılamalıyız. Sakın küçümsediğimi düşünmeyin ama bu memlekette işini iyi yapmazsan sana çobanlık dahi yaptırmazlar. Sen koyununu güderken uyuya kalırsan sürüye kurt dalar, işinden olursun. Başka bir köyde çobanlık yaparım diye çıkarsın ama o kişi senin daha önce nerede çalıştığını sorup senin hakkında bilgi alacağını unutma!
Özellikle ve öncelikle erkek çocuklarının evini geçindirmek zorunda olduğunu öğretelim. Kız çocukları hakkında yanlış anlaşılmak istemiyorum. Elbette okusunlar, kendi ayakları üzerinde durmasını öğrensinler. Araba kullanmasını öğrensinler, ikinci bir dil öğrensinler, eğitim, sağlık, güvenlik konularında bilinçlensinler. Hem ülkemize hem ailesine destek olsunlar. Ama önce nadide, zarif ve asil olmasını öğrenip evinin kadını olabilme yetisini kazandırmamız lazım. Sözün özü dilekçe yazmasını veya bir fatura ödemesini bilmeyen bir nesil ile karşı karşıyayız.
Elbette çocuklar ve gençler hata yapar, yapacak da. Adı üstünde çocuk ve genç. Kanları hızlı akar derler büyüklerimiz. Bizler unuttuğumuz kendi geçmişimize bir bakalım. Onlara tecrübelerimizi anlatarak aktaralım. Bazen de yaşayarak öğrenmelerine fırsat verelim. Ama bazı hataların ömür boyu geri dönüşünün olmadığını, zamanın kıymetini öğretelim onlara. Saygı ve sevginin kimlere gösterilmesinin gerektiğini öğretelim. Dost ile arkadaşın farkını, zararın kimden ve nereden geleceğini öğretelim. Durması gerektiği yeri ve havada olanların yerdeki kadar güvende olmadıklarını öğretelim onlara. Helal bir liranın haram kazanılan beş liradan daha değerli olduğunu kendi yaşam tarzımıza yansıtarak öğretelim. Ama önce insan olmayı öğretelim ki geleceklerini karartmayalım. Her şeyin dizilerde olduğu kadar kolay olmadığını, yeri geldiğinde üzülüp ağlayabilmeyi, yeri geldiğinde sevinip çığlıklar atabilmeyi öğretelim onlara.
Lafın özü yarın geç olmadan çocuklarımızın eğitimi için bugünden itibaren kırmadan, dökmeden bir milat başlatalım.
Yazarın Diğer Yazıları