DOLAR
40,57
EURO
47,49
STERLİN
55,02
GRAM
4.455,07
ÇEYREK
7.316,03
YARIM ALTIN
14.633,06
CUMHURİYET ALTINI
29.130,30

Bakü’de Kurulan Tuzak

Ortadoğu yeniden ateşe atılıyor.

Bazen bir kelime savaş başlatır ama burada mesele bir kelimeden öte: bir niyetin bilerek yanlış yorumlanması. Suveyda'da yaşanan tam olarak bu — diplomatik bir temasın, bilinçli bir tuzağa dönüştürülmesidir.

Suriye geçiş hükümeti ile İsrail, Bakü'de sözde "barış” görüşmeleri yaptı. Şam, biraz nefes almak istiyordu. Ama İsrail'in niyeti belliydi: Golan'daki askeri gücünü sağlamlaştırmak, Suriye'yi kuşatmak ve bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek.

Şam, güven artırıcı adımlar teklif etti. İsrail ise bu önerilere sözde "olumlu” yaklaştı. Fakat bu olumlu yaklaşımın Şam'daki tercümesiyle Tel Aviv'deki anlamı apayrıydı. Şam'da birleşme umutları yeşerdi, Tel Aviv'de parçalama senaryoları işleme kondu. Dürzîler sahaya sürüldü. Suveyda'ya yapılan asker sevkiyatı İsrail tarafından sessizce desteklenir gibi yapıldı, ama aslında bu doğrudan tuzağın bir parçasıydı.

Bugün Suriye geçici yönetimi içeride ve dışarıda çok cepheli bir kuşatma altında.

İsrail, ortaya çıkan her yeni dengeyi tehdit olarak okuyor. İran ise Şam'ın kendisinden uzaklaşmasını sindiremiyor. Ve Dürzîler — Şii kökenli kliklerle, İran'a yakın unsurlarla birlikte — sahada Şam'a karşı pozisyon alıyor. Ezeli düşmanları Şara yönetimine karşı birleştiren ne? İsrail'in parçalanmış bir bölge, İran'ın ise yeniden Şam'a hakim olma umudu… 

Kuzeydeki terörist SDG/PYD yapısı da Dürzî milisleri destekliyor. Şara yönetimine karşı cepheyi genişletme niyetlerini açıkça ifade ettiler. Bu fotoğraf, yeni bir planın devrede olduğunu açıkça gösteriyor. Senaryonun hedefinde Suriye değil, Türkiye var.

ABD'nin özel temsilcisi Tom Barrack'ın federalizm karşıtı sözleri, başta Şam için bir umut ışığı gibi görüldü. Ama o sözler sadece sonrasında gelecek ihaneti kamufle etmek için edilmişti. Suveyda operasyonuna göz yummaları boşuna değildi: Operasyon başarılı olursa, kazanan İsrail olacaktı, kaybeden ise adım adım Türkiye. 
Barrack'ın "Osmanlı Milletler Topluluğu” masalı da işin süsüydü. Arkasında hâlâ Condoleezza Rice'ın "Yeni Ortadoğu” haritası duruyor. Ve bu harita sadece Suriye'yi değil, Türkiye'yi hedef alıyor.

Suveyda'daki sözde "barış gücü” birimleri daha ilk anda pusuya düştü, operasyon çöktü. Ancak Başkan Ahmed Şara, Arap aşiretlerini devreye sokarak farklı bir denge kurmayı başardı. Bu gelişme, bir cephe kaybedilmiş olsa da, daha geniş bir cephe bilincinin oluştuğunu gösterdi. Suveyda kaybedildi ama yarına dair umutlar diri kalmayı başardı.

Bugün sahadaki her gelişme, Türkiye'yi hedef alan bir bölgesel senaryonun parçasıdır.

Kuzeyde PKK, sahilde mezhepçi yapılar, doğuda radikal unsurlar, hepsi yeni bir kırılma anı bekliyor. Suveyda, sadece bir etnik gerilim değil; bir iç çatışma provasına
dönüştürülmüştür.

ABD büyükelçisinin içi boş açıklamaları dahi Türkiye'nin "Terörsüz Türkiye” vizyonunu sabote etmeye yöneliktir. PYD'nin Dürzîlerle iş birliği ve Şara yönetimine açık karşıtlığı, bu planın artık masada değil, sahada olduğunu gösteriyor. 

Bugün Suriye yeniden inşa edilmiyor.

Sadece başkalarının yıkımı için hazırlanıyor.

Ve bu yangının dumanı artık sınırımıza dayanmış durumda.

Kimse şunu unutmasın:

•    Şam düşerse, bölgenin tümü sallanır.

•    Türkiye'nin güneyi kuşatılır, kuzeyi kırılganlaşır.

Eğer güçlü bir Türkiye isteniyorsa, Suriye'nin yeni yönetimine seyirci kalınmamalı.

Siyasi, ekonomik, akademik ve askerî alanlarda doğrudan destek verilmeli. Türkiye kendisine tehdit olarak algıladığı bu durumu bölgede askeri, ticari ve siyasi varlık göstererek değerlendirmelidir. 

Türkiye; ticaretiyle, enerjisiyle, eğitim kurumlarıyla, güvenlik teşkilatıyla ve en önemlisi ileri teknoloji savunma sistemleriyle Suriye'de ve Lübnan'da aktif ve sürekli varlık göstermelidir. STK'lar da Gazze hususunda yaşadıkları çaresizliği bu alanda göstermemeli, aktif olarak bölgede faaliyetlerine yoğunluk kazandırmalıdır. Bekleyecek tek bir saat yok. 

Bu, sadece bugünün meselesi değildir.

Bu, Kıbrıs'ın güvenliği, Türkiye'nin egemenliği ve bölge barışının geleceği demektir. Bu Türk'ün, Kürd'ün, Arab'ın yarını demektir.

Suriye, Irak ve Lübnan'da güvenlik sağlanmadan; Gazze'de zulüm durdurulmadan; Türkiye'nin iç barışı da garanti altında değildir. 

İçerideki birlik, dışarıdaki gücün temelidir.

Ve unutmayın:

Bu çağda savaşların sonucunu sadece tanklar değil, kimin nerede, hangi masada, kiminle oturduğu belirler.

Türkiye bu masaya güçlü oturmak zorundadır. 

Ve son söz olarak açıkça ifade etmeliyim:

Tüm sivil toplum kuruluşları, yalnızca sınırda değil, Suriye'nin tamamında daha aktif, daha yaygın ve daha kararlı bir biçimde sahada olmalıdır. Mevcut yönetimi uzaktan izleyerek bölgesel güvenliğin kendiliğinden tesis edileceğini beklemek; yangının ortasında oturup başkasının hortum getirmesini umut etmeye benzer. Oysa bu yangın, hepimizi yakacak kadar büyük.

Bekleyenler kaybedecek. Seyredenler savrulacak.

Ama adım atanlar, risk alanlar, bu coğrafyada kalıcı olacak.

Gelecek, sadece müdahil olanların olacak.
 

Yazarın Diğer Yazıları