İnsan bazen tutunduğu şeyin değil, tutunma hâlinin kendisine zarar verdiğini çok geç fark eder.
Zira alışkanlık, çoğu zaman sevgiden daha güçlüdür.
Bazen bir insanı, bazen bir düşünceyi, bazen de artık bize ait olmayan bir hayatı taşırız
sırtımızda. "Emek verdim.” deriz, "bunca yıl uğraştım.” deriz. Fakat unuturuz ki her çaba, karşılık
bulmak için değildir; bazı emekler, sadece bizim olgunlaşmamız içindir.
Kalbimize ağır gelen bağı sürdürmekte neden ısrar ederiz?
Belki korkarız.
Kayıplardan, belirsizlikten, yalnız kalmaktan…
Oysa çoğu zaman bizi kaygıya düşüren, hayatın belirsizliği değil; bizim kesinlik ısrarımızdır.
Kendimizce planlar yapar, sonra hayat bizi başka bir yola sürüklediğinde "neden?” diye sorarız.
Oysa Şems-i Tebrîzî der ki:
"Hakkın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil,
seninle beraber aksın. "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden
biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
Belki de olan, olması gerekendir.
Ne zaman öğreneceğiz bize yük olan şeyleri taşımamamız gerektiğini?
Ne zaman anlayacağız, bazı yolların sadece belli bir yere kadar bizimle geldiğini?
Zannediyoruz ki o yolların sonu uçurum, karanlık…
Belki de bilmediğimiz bir ışık var orada; sadece bakışımız değişmeli.
Vazgeçmek bazen bir kayıp değil, kalbin kendi onurunu koruma biçimidir.
Çünkü insan bazen susarak, bazen geri çekilerek, bazen de sadece "bırakarak” büyür.
Ve belki de en derin öğrenme, o sessizlikte başlar.
Bazen vazgeçiş, suskun bir yeniden doğuştur.
Biz, acıyla yaşamayı, yaralarla var olmayı öğrenmiş bir nesiliz.
Sanki huzurdan korkuyoruz; sanki dinginlik bize fazla sessiz geliyor.
Kaosu normalleştirip sükûneti yadırgıyoruz.
Oysa Rabbimiz buyuruyor:
"Şüphesiz Allah, bir toplumu onlar kendilerindekini değiştirmedikçe değiştirmez.”
(Ra'd Suresi, 11. Ayet)
Yani kader, insanın gayretiyle şekillenir.
Ama biz gayreti "ısrar” zannedip, olmayanı oldurmaya çalışıyoruz.
Kırılanı tamir etmekle övünüyoruz; oysa bazen kırılan yer, yeniden doğacağımız yer olabilir.
Kader, kolaya kaçmak değildir.
Teslimiyet, pes etmek değil; hakikati görüp kalbini onunla hizalamaktır.Çünkü bazen bırakmak, bir bitiş değil; içsel bir diriliştir.
Ve belki de bütün mesele şudur:
En son ne zaman vazgeçmeye gülümseyebildik?
Ne zaman "Bırak artık.” deyip ardından gelen sessizliğin aslında bir dua olduğunu fark ettik?
Bazen bırakmak, büyümenin sessiz tarafıdır…