Dolardan Kaçan Yatırımcıları Altının Cazibesi Baştan Çıkardı
TERAZİ
Çözüm Üreten Çağdaş Atan Aranıyor
KURALLARA UYMAMAK BAŞIMIZA GAİLE AÇIYOR!
TÜRK İSTİHBARATININ MİLLİLEŞMESİ
Mevlana, Hoca Efendi ve Diğerleri…
Skor 1-1, kazanan Rize!
CADILAR BAYRAMI’NIZ KUTLU OLSUN MU?
Derbiyi kimin kazanacağını yapay zekaya sorduk? Yapay zeka ‘FB’ dedi
ŞEMS ve MEVLÂNÂ’NIN KARŞILAŞMASI
AİLE YILI BİTMEDEN AİLE BİTTİ
İddia ediyorum boş iddianame!
Allah Teâlâ İyiyi, Güzeli emreder, Emrettiği İyidir, Güzeldir.
SAĞLIK BAKANINA MEKTUP
11. YARGI PAKETİNE LGBT’DE EKLENMELİ
BİZİM KUŞAĞA OKUMAYI SEVDİREN YAZAR KEMALETTİN TUĞCU
Bocuk Gecesi Cadılar Bayramı’na Karşı
Samsunspor ders verdi, Konyaspor izledi…
Bırakmanın İnceliği
Milletin ekmeği ile oynamayın! Konya’da ekmek neden zamlandı?
Musluktan Akan Yalanlar, Akmayan Sular
Hayatın kendisi, çoğu kez bir masa etrafında oynanan oyuna benzer.
Otururuz, kuralları öğrenmeye çalışırız. Taşları dizer, hizaya getirir, düzen kurmaya uğraşırız.
Her hamlemizi dikkatle planlar, bir sonraki adımı öngörmeye çabalarız.
Tam her şey olması gerektiği gibi görünürken, hiç hesaba katmadığımız bir dokunuş gelir.
Ve biz, bütün emeğimizin alt üst oluşuna tanıklık ederiz.
Hayat bazen bir bilardo masası gibidir.
Ne kadar hizaya getirsek de, ne kadar düzen kurmaya çalışsak da…
Bir an gelir, her şey dağılır.
Tam taşlar yerli yerine oturdu derken, bir el uzanır dışarıdan —
Ve sert bir darbe, bütün emeğimizi darmadağın eder.
O an ne olduğunu anlayamayız.
Darbenin tanıdıktan mı yoksa yabancıdan mı geldiğini kestiremeyiz.
Bir dostun eliyle mi sarsıldık, yoksa hiç tanımadığımız birinin darbesi mi vurdu bizi?
Bu sorular zihnimizi meşgul eder.
Ama aslında fark etmez.
Çünkü acı, kaynağı ne olursa olsun, insanın içine aynı şekilde düşer:
Yakıcı, sersemletici, dengesizleştirici…
Ve sonuç hep aynıdır: yere düşmek.
Düştüğümüzde kalkmaya çabalarız.
Kimi zaman bir bebeğin ilk adımı kadar ürkek…
Kimi zaman yorgun bir savaşçının son gayretiyle.
Ve her kalkış, içimizde yeni bir ağırlık bırakır.
Kalbimiz büyüdükçe, yükümüz artar.
Omuzlarımızda görünmeyen ağırlıklar birikir.
Yürümek güçleşir.
Ama biz yine de yürümeye devam ederiz, sanki hiçbir şey olmamış gibi.
Çünkü insanın en büyük savunma mekanizması, bazen "normalmiş gibi yapma” yeteneğidir.
Zamanla şunu fark ederiz:
Önemli olan darbenin kimden geldiği değildir.
Asıl mesele, o darbenin bize ne öğrettiğidir.
Her yara kendi dersini taşır.
Her acı, insana biraz daha susmayı;
ve susarken biraz daha güçlenmeyi öğretir.
Sessizliğin içinde olgunlaşır insan.
Konuşmadan, anlatmadan, şikâyet etmeden güç toplar.
İşte bu noktada içimizden bir "Hakan Mengüç”sesi yükselir:
"Hayatınızdan siİ üzenleri çıkarın ki
Sevecek, değer verecek, kıymetimizi bilecek insanlara yer açılsın..”
Çünkü kalbin rafları sınırsız değildir.
Her yıkıcı insana yer ayırırsak, gerçek dostlara alan kalmaz.
Her yükü sırtımıza almaya kalkarsak, bir gün yürüyemez hale geliriz.
Ve en önemlisi, acıya takılı kalırsak, onun öğrettiği dersi asla anlayamayız.
Hayat, bizi savurur.
Rüzgârda yönünü seçemeyen bir yaprak gibi, bir oraya bir buraya sürükleniriz.
Ama yaprağın da bir hikmeti vardır:
Toprağa düşmeden önce, havada salındığı o kısa an, onun en özgür hâlidir.
Bizim için de öyledir.
Düşmeden önceki o son salınım… anlamlı kılabileceğimiz en değerli andır.
Ve belki de hayatın özü tam da budur:
Her darbeden sonra yeniden hizaya gelmeyi öğrenmek.
Yeniden denge bulmak.
Yeniden kalkmak.
Ve her kalkışta biraz daha dirençli, biraz daha sessiz, biraz daha derin bir insan haline gelmek.
Çünkü aslında hayata anlam veren şey, darbenin kendisi değil;
O darbeden sonra kim olduğumuzdur.