Tehlikenin farkında mıyız ?

Hukuk devletinde kurumlar Anayasadan ve kanunlardan aldıkları yetkileri kullanırlar. Anayasaya ve kanunlara göre sahibi olunmayan yetkilerin kullanılmasına tevessül edilmesi pek tabii olarak rahatsızlıklara neden olur.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği sistemimizde yasama, yürütme ve yargının birbirlerinin alanlarına tecavüz etmesi, bir kuvvetin diğer kuvvetlerin hukukun içinde kullandıkları takdir yetkisini yok sayması, kuvvetler arasında ki yetki gasplarının yaygınlaşması geleceğimiz adına endişe vermekte, aynı millet adına faaliyet göstermeleri gereken kuvvetlerden birinin ''milli'' olmak yerine ''evrensel'' olmayı öncelemesi bu endişeyi arttırmaktadır.
Kanun yolları tüketilmeden, normlar hiyerarşisinde bir tüzük Anayasa'nın üzerinde değerlendirilerek, kanun önünde eşitlik ilkesi yok sayılarak binlerce başvurucunun eşitlik hakkı ihlal edilerek, tüm başvuruların önüne geçirtilip aceleyle çıkartılan twitter kararı ve 17 Aralık sonrasında çıkartılan  kanunlar hakkında verilen kararlar son günlerde Anayasa Mahkeme'siyle ilgili tartışmaların yoğunlaşmasına neden oldu.
Anayasa Mahkemesi herkesin, her kurumun Anayasa'nın sınırları içinde kalmasının güvencesi kabul edilmektedir. Mahkemenin güncel siyasetin bir tarafında saf tuttuğu yada kendisini seçilmişlere ayar verme makamında gördüğü, algısına neden olması doğru değildir. Türkiye'de ve Dünya'da Anayasa Mahkemelerinin siyasi mahkemeler olduğunun kabul edilmesi yanlıştır. Zira bu kabul Mahkeme üyelerinin hukuk dışında ki mülahazalarla siyasete müdahale hakkının olduğunda kabulü anlamına gelir.
Mahkemelerin ve hukukun seçim mühendisliği araçları olarak kabul edilerek millet iradesinin yönlendirilmesi çabalarının başarılı olmadığını 30 Martta bir kez daha gördük. Yargı; barışa, huzura, istikrara, zarar vermek pahasına iktidar hesaplarına alet edilmemelidir. Hakimlerin kararlarıyla konuşması esasken siyasilere cevap verme çabasına girmeleri, önüne gelmesi ihtimali bulunan konularda peşinen kanaatlerini açıklamaları yargıya zarar vermektedir.  
Hukuk; aynı kuralları uyguladığını söyleyen kişilerin, olaylara bakış açılarına zamana ve durdukları yerlere göre farklı yorumlara ve sonuçlara ulaşabildikleri bir faaliyet alanıdır. Mahkemeler kararlarında elbette mevzuatı nazara alacaklardır. Ancak hakimler, hukuk kurallarını yorumlarken ve olaylara bakarken adına karar verdikleri milletin gözlüğünü takmak durumundadırlar. Kararların ''milli'' olmasından kasıt budur.
Mahkemeler milli olmayan bir bakış açısını tercih ettikleri takdirde kararlarını ''evrensel hukukta'' buldukları mevzuat hükümlerine dayandırsalar bile kararlar hukuki olmayacak ve kararların millet vicdanında ki meşruiyeti her zaman tartışmalı olmaya devam edecektir.
Anayasa Mahkemesinin usulü yok sayarak verdiği, içeriye ve dışarıya mesaj niteliğindeki bireysel başvuru kararları, Anayasa'nın 79. maddesinde açıkça yasaklanmış olmasına rağmen Mahkeme Başkanının YSK kararlarını incelemeye yetkili olduklarını açıklaması Anayasa Mahkemesini kendisini her türlü beşeri iradenin üzerinde gören bir yerde konumlandırdığı düşündürmektedir ki bu kabul son derece tehlikelidir. Bu durumdan umutlanan aklı evveller Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine hükümetin feshine karar vermeye bile yetkili olduğunu, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında milletin seçtiği ancak birilerinin hoşuna gitmeyen bir kişinin seçilmesi halinde Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iptal edebileceğini dillendirmeye başlamışlar bile.
Herkesin konumuna geri döndüğü bir Türkiye'yi özlüyorum.


Yazarın Diğer Yazıları