“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ” VE HAZİN BİR HİKAYE

Ahmet, ellili yaşlara gelmiş, saçları yer yer ağarmıştı. İyi anlaşamasalar da, eşiyle yirmi beş yıldır aynı yastığa baş koymuşlardı. Bir erkek, biri kız çocukları olmuştu. Ahmet, asgari ücretle çalışmasına rağmen, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını gücü yettiğince karşılamış, çocuklarını okutmuş, bir dediklerini iki etmemeye çalışmışTI. Onlar, Ahmet'in sunduğu hayatı küçümsüyor, zenginler gibi yaşamak istiyor, bir türlü memnun olmuyorlardı.

Ahmet, "adını aldığına çeksin, dedesi gibi âlim olsun” diye oğluna babasının adını koymuştu. Süleyman sık sık eve geç geliyor veya bazı geceler gelmiyordu. Süleyman'ın giyinişi, fikirleri Ahmet'i hayal kırıklığına uğratıyordu. Bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı.

Gecenin saat ikisiydi. Zil çaldı. Kapıyı Ahmet açtı. Süleyman zil zurna sarhoştu. Babası nerede olduğunu sordu. Süleyman güç bela "sevgilimin yanındaydım” diyebildi ve evin eşiğine yığıldı.

Ahmet, oğlunun "İlker, aşkım, seni çok seviyorum.” diye sayıkladığını duydu. Beyninden vurulmuşa döndü. Bu arada eşi ve kızı da uyanmıştı. Ahmet, kızı Emine'ye "abin ne diyor kızım?” diyebildi.

"Baba sen bilmiyor musun? Abimin sevgilisi erkek. Onunla yaşıyor.”

Ahmet'in başı döndü, gözü karardı, yüreği göğsünden fırlayacak gibi oldu.

Emine: "baba ne var bunda? Bu abimin cinsel tercihi” demez mi?

Yirmi beş yıllık eşi de "karışma çocuklara” diye onları arkalayınca Ahmet ne yapacağını şaşırdı. Eşinin ve iki yavrusunun yakalandığı "ahlaksızlık virüsleri”ne karşı onları korumak için "Sevgilisi erkekmiş. Ben sizi böyle mi yetiştirdim? Terbiyesize bak!” diye çaresizce bağırmaktan başka elinden bir şey gelmedi.

Eşi ve kızı karakolu aradılar. Ahmet'in kendilerine bağırdığını anlatıp şikâyetçi oldular.

Karakol; "İstanbul Sözleşmesi'ne göre, kadının tek taraflı beyanının yeterli olduğu, babanın çocuklarının cinsel tercihlere karışamayacağı, eşine çocuklarına bağırarak onlara manevi şiddet uyguladığı” gerekçesiyle Ahmet'in evden "üç ay uzaklaştırılmasına” karar verdi.

Mevsim kıştı. Ahmet'in gidecek yeri yoktu. Aldığı asgari ücret otelde kalmasına yetmezdi. Gündüzleri işe gidiyor, akşam hiç olmasın istiyordu. Battaniyeye sarınarak parklarda yatmaya, bulduklarıyla karnını doyurmaya başladı.

Açlık umurunda değildi. Onu soğuk değil, başına gelenler üşütüyordu. Sıcacık yuvasından atan, kış gününde parklarda yatmak zorunda bırakan yasaya bir anlam veremiyordu. İki ay sonunda bitkin düştü.

Gün doğmuştu. Park görevlisi, "kalk hemşerim, sabah oldu” diye itekleyince banktan düşüverdi. Ahmet, üç gün önce donarak ölmüştü.

Eşine ve çocuklarına haber verdiler. İstanbul Sözleşmesi'nin kadını ve aileyi korumak bir yana, aksine parçaladığını anlamaları için Ahmet'in donarak ölmesi mi gerekiyordu…?

Mezar taşına şöyle yazdırdılar:

"Bir garip ölmüş diyeler,

Üç günden sonra duyalar,

Soğuk su ile yuyalar,

Şöyle garip bencileyin."


Yazarın Diğer Yazıları