Ne Adı Mihriban Ne de Saçları Sarı

İki katlı sarı evimizin üst katında, köşedeki koltuğunda, dedem öylece hep gözümün önünde... Kulağına iyice yaklaştırarak dinlerdi radyoyu.

O küçük, kahverengi kutuyu öyle özenle tutardı ki ,kırılacak bir mücevheri tutarcasına; tüm dikkati ince ayarda.

Bir eli radyonun düğmesinde, bir eli anteni yükseltip alçaltırken, gözleriyle halının motiflerine yandan bakış atardı. Çok önemli bir hazineyi arıyor gibi düğmeyi sessizce çevirirdi.

Radyodan sesler yükseldikçe dudaklarını kıpırdatırdı.

Ara sıra gözlerini kısıp, kahverengi kutuyu hafifçe sallardı.

 

Hangi coğrafyada vardır ki bu manzara?

Anadolu'mda vardır bu ciğerden kopup gelen sevdalı bakışlar, aşkla hemhal olmalar...

O zamanlar dedem o kahverengi kutuda ne arardı diye düşünürdüm. Şimdilerde anlıyorum ki naifliği, saflığı, toprak kokusunu hissedermiş.

Öyle sazın ahengiyle, bir köşeden türkü sözleri akardı evimizin içine.

Toprak kokusu gelirdi "Türkü duyduğunda toprak kokusu mu gelir hiç?” demeyin. O sözler Anadolu'nun toprağını soluyupta çıkıyor ciğerden.

Eğer o toprak kokusu olmasaydı, yüzyıllardır hala bambaşka insanlar dinlerken aynı tadı alabilir miydik hiç...

 

Ah o türküler. Melodiler başka alemlere taşıyor. Sözler şifa oluyor insana. Kiraz bahçelerini sevdiğinin yanaklara benzeten dizeler.

Yârin ellerini tutamamanın utancını dillendiren sevdalı sözler.

Sevgilisinin, basmadan cıvıl cıvıl rengarenk şalvarına, entarisine türküler yazan üstadlar.

Sevgilinin saçındaki örgülere şiirler yazıldı. Öyle edepli, öyle çekingen, öyle utana sıkıla, tertemiz aşık olundu

Bir gidenin, bir kalanın hikayesi birikti mabeynlerin eşiğinde. Askere giden kınalı kuzulara gurur duyularak methiyeler düzüldü. Siyah zülüfleri kıskanıldı, kaküllere karıştı cümleler. Ahu gözlere bir çift sözü olsa da diyemeden gidildi.

Hüzün şehirleri yaşadı gözyaşlarında. Sevdalısının eski yıpranmış fotoğrafı, oyalı mendilin içinde, kalbinin üzerindeki cebinde saklandı.

 

 

Karakoç gibi sevildi Mihribanlar. "O aşk masum bir aşktı, güzel bir aşktı Bırakalım öyle kalsın. Ne adı Mihriban idi, ne de saçları sarıydı ... "

Adını bilmeden,sesini duymadan, ulaştırılmayan mektuplar birikti çekmecelerde Mihribanlara.

 

İyi insanların cümleleri vardır bu topraklarda

Bozkırın tezenesi de öyle demiyor mu; "Nerde bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur!”

 

Shakespeare ise Neşet ustayı tanıyor gibi cevap vermiş uzaklardan "Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.” Bozkırın uçsuz bucaksız gökyüzüsü deniz gelirmiş Neşet babaya .. Nasıl baktığın, sahip olduğunu nasıl kucakladığın önemli olan.

 

Gönül işte...

Ne önemli var dinin, dilin, rengin, ırkın. Hepsi bir cümlede, hepsi bir türkü dilde. İnsanın gömüldüğü yere aşık olduk biz . Yürek bu koca bir dehliz ve uçsuz bucaksız Anadolu. İyi ki bu toprakların sözlerine sevdalandık

 

"Elini kalbine götürdü, burası var ya dedi taşa, toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer!” Sevdik ama söyleyemedik, acımızı kalbimize gömdük ama cümle aleme yaramızı göstermedik. Göstersen ne olacak, herkes çektiğini bilir. Herkes kendi yarasıyla hemhal. Hiç bir tabip yürekteki yaraya merhem olamadı bu topraklarda...

 

Bütün türküler, hep ÇOK SEV! derlerdi. Ama; "Güzel sev! çok sev! edepli sev!” Öyle çok sevmeye rağmen bu sevdanın dünyalık olduğunu da bilirlerdi. Umudu yitirmeden gülümsemeye devam ederlerdi.

Ne sevgiliden vazgeçtiler, ne de dünyalığa meylettiler.

"Sen beni gülünce mutlu mu sandın, yalandan yüzüme gülen dünyada” derken sevenin yüreğinin daha kıymetli olduğunu öğrettiler bize.

 

Bütün türküler, hep GÖNÜL dedi. Bu topraklar, insanına önce gönül demeyi fısıldadı; sonra ne oldu bize ? Tüm bu öğretiler nereye kayboldu?

 

Yunus Emre'nin "Bir bahçeye giremezsen, durup seyran eyleme. Bir gönül yapamazsan, yıkıp viran eyleme” cümlelerini ne zaman kaybettik? Ne ara bu kadar yaralar açtık sevdiklerimizde? Bu sırtımızdaki bıçak izleriyle nasıl viran eyledik hayatı?

 

Şu topraklarda sadece türkülerimizi bile dinlemiş olsaydık hiçbir şey bu kadar bozulmazdı. Ama sesimiz çok yüksek, kendimizi bile duyamıyoruz ki! Türküleri dinlesek...

 

Kahverengi kutuya bi dikkat kesilelim bakalım. Ne çıkacak bahtımıza? Şimdi ilk duyduğun türkü sana gelsin, hayatına...

 

Biz gelmedik dava için,

Bizim işimiz sevda için,

Dostun evi gönüllerdir,

Gönüller yapmaya geldik, diyen koca Yunus... Her şeye rağmen, gönüle hürmet edenler var bu topraklar da!

Sözleriniz bize emanet, rahmet olsun aşıklara...


Yazarın Diğer Yazıları