“Ben” öldürür “biz” yaşatır

İnsanoğlu Hz. Adem'den itibaren sürekli üzerine bir şeyler ilave ederek Ümran(Medeniyet) tesisine katkı verdi.

Milletler çaba ve çalışmalarıyla kültür(hars) inşa ederken, milletleri "biz” yaklaşımı ile bünyesinde tutabilen devletler ümran(medeniyet) inşa ettiler.

Aslında milletlerde kültür(hars) oluşumunda "biz” yaklaşımıyla hareket ettiler.

İnsan sosyal bir varlık oluğu için diğeriyle irtibat kurmak, iletişim halinde olmak, birlikte çalışmak zorundadır.

İnsan "ben” diyerek bencil bir biçimde sadece kendini düşünerek hareket ederse insanlıktan çıkar, vahşi bir canavara dönüşür.

Bu sebeple iblisi de ebedi helake götüren "ben” iddiası yaratılışa aykırıdır.

İslam cemaati önemser.

Bütün ibadetleri cemaatle yapmaya teşvik eder.

Müslümanların bir vücudun azaları gibi, kurşunla birbirine tutuşturulmuş bir binanın tuğlaları gibi omuz omuza verip birlik ve beraberlik içinde olmalarını emreder.

Bütün müminlerin istisnasız kardeş kılındığını ve aralarında sıkıntılar olduğunda diğer Müslümanların devreye girip aralarını ıslah etmelerini emreder. (Hucurat, 49/10)

Geniş dairede ise tüm insanlarla barış ve güveni esas alan ilişkilerle ortaya ümran(medeniyet adına güzellikler ortaya koyma çabası yaratılışın gaye ve hikmetidir.

Günlük hayatta kullandığımız eşyaların ilk icadına baksak yaşadığımız birikimde herkesin katkısı oluğunu görür ve "ben” demekten uzaklaşır "biz” ile kardeş oluruz.

Günümüzde yaşanan sosyal hayatın oluşumunda asırların birikimiyle birbirinden etkilenerek gelen inanç, itikat ve uygulamaların önemli katkısı olmuştur. İnsan sosyal bir varlık olduğu için çevresinden etkilenir ve etrafını da etkiler.

Sosyolojik bir bakışla ele alındığında, iletişimin en az düzeyde olduğu dönemlerde bile toplumlar maddi ve manevi kültür alışverişi içinde olmuşlardır. Kişilerin ve toplumların günlük hayatlarında hâkim olan davranışların arkasında inanç ve itikatları olduğu yine bütün sosyal bilimlerin ortak görüşüdür. Bunun en büyük delili; dünyanın en eski yerleşim yeri kabul edilen Göbeklitepe'de iskânın merkezinde ibadet mekânının bulunmasıdır.

Bu etkileşim konusunun önemini günlük hayattan verdiği çarpıcı örneklerle çok güzel vurgulaması bakımından, burada Amerikalı kültür antropoloğu Ralph Linton'un, her kültürün kendi dönemindeki ve tarihteki diğer insan kültürlerine ne çok şey borçlu olduğunu ve insan kültürünün bütünlüğünü ve etkileşimini çok güzel ifade eden şu tespitlerine yer verelim:

‘'Sabah olunca yatağında gözlerini açan halis-muhlis Amerika'lının uyuduğu karyola, ilk defa Yakın-Doğu'da icat edilmiş, daha sonra Kuzey Avrupa'da bazı tadilatlar geçirdikten sonra Amerika'ya ulaşmıştır. Kalkarken üzerinden attığı yorgan veya şilte eğer pamuktansa ilk defa

Hindistan'da, ketense Yakın-Doğu'da, ipekse Çin'de, yünse Asya'da üretilmiştir. Bütün bu maddelerin iplik haline getirilme ve dokunma teknikleri de Yakın-Doğu'da geliştirilmiştir. Ayağına geçirdiği makosen terlikler bir Kızılderili buluşudur. Girdiği banyodaki teçhizat son asırlarda Avrupa ve Amerika'da geliştirilen buluşların bir terkibidir. Kullandığı sabun Galya'lılardan kalmadır. Üstünden çıkardığı pijama ilk defa Hindistan'da icat edilmiş bir giysidir. Şimdi de tıraşa mı başladı? Bu da muhtemelen Sümer'den veya kadim Mısır'dan kaynaklanan, insanların her sabah kendilerine uyguladıkları eziyet etme ritüelidir. Tekrar yatak odasına dönen halis-muhlis Amerika'lının giysilerini üzerinden aldığı sandalye, Güney Amerika'nın hayatımıza soktuğu eşyadır. Üzerine giydiği elbisenin menşei Asya steplerindeki göçebelerin kullandıkları deri giysilerdir. Ayakkabıları, ilk defa Mısır'da geliştirilmiş bulunan dericilik tekniğinin eseri olup, Akdeniz halkları tarafından bugünkü hale getirilmişlerdir. Boynuna taktığı kravat mı? O da Hırvat'lardan kalma bir hatıradır. Dışarı çıkmadan önce baktığı pencerenin camları eski bir Mısır buluşudur. Yağmur yağıyorsa muşamba bir yağmurluk giyer veya yanına bir şemsiye alır. Bunlardan ilki Orta Amerika Kızılderililerinin bir buluşu olup, ikincisi de Uzak Doğu'da icat edilmiştir. Başına geçirdiği şapkanın keçesi de Orta Asya steplerinin bir buluşudur. Caddeye çıkınca önüne çıkan ilk büfeden bir gazete mi aldı? Cebinden çıkardığı madeni para Lidyalıların icadıdır. Şimdi, kahvaltı için bir yere girdi. Önündeki porselen tabak bir Çin buluşudur. Kullandığı kaşığın menşei eski Roma; çatal ise Orta Çağ İtalya'sından gelmedir, kullandığı çelik bıçağın alaşımı da ilk defa Hindistan'da geliştirilmiştir. Kahvaltı masasındaki portakal Ortadoğu, kavun İran, karpuz ise Afrika kaynaklıdır. İçtiği kahvenin ilk kaynağı Habeşistan'da yetişen bir ağaçtır. Kahvesine kattığı süt ve kremasını da ineğin ilk defa ehlileştirildiği Yakın Doğu'ya borçludur. Karıştırdığı şeker de ilk defa Hindistan'da imal edilmiştir. Gelelim yanında yediği keklere… Bunlar da Küçük-Asya'da geliştirilen hububatın İskandinav usulünce pişirilmenin sonucudurlar. Masasındaki yumurtayı da onu yumurtlayan kuşun Hindi-Çin'de ehlileştirilmiş olmasına borçludur. Tabaktaki et dilimleri mi? Onlar da yine ilk defa Doğu Asya'da evcilleştirilmiş bir hayvanın etlerinin Kuzey Avrupalıların geliştirdikleri bir tekniğe göre tuzlanıp, tütsünmesi sonucu orada duruyorlar. Şimdi de aldığı gazeteyi okumaya başladı değil mi? O da Çin'den Almanya'ya kadar uzanan basım tekniklerinin bir eseri olarak ortaya çıkmıştır.''(Ralph Linton, The Study of Man, (New York: Appleton Century Crofts, 1936), 326.)

Uygarlık saatinin zembereği "biz” yaklaşımıdır.

Ve "biz” demeyen hiçbir millet üretemez, üretemeyen millet özgür olamaz, özgür kalamaz.

Önce "biz” ile kendi kültürünü(hars) inşa edecek, sonra da yine aynı "biz” ile millet olarak beşeriyetin uygarlık(ümran) ihyasına katkı verecektir.

”Uygarlık zembereği boşalmış bir halk yeniden özgür olamaz. Ey özgür uluslar, şu özdeyişi unutmayın: Olmayan özgürlüğü sağlayabilirsiniz, ama yitirdiğiniz özgürlüğü asla!” (Toplum sözleşmesi - Jean Jacques Rousseau)

Hiçbirimiz hepimiz kadar akıllı ve becerikli değiliz.

Hep birlikte ütopyamız cennetten imtihan için gönderildiğimiz dramımız dünyayı biraz olsun cennete dönüştürmek için "ben” değil, "biz” algısıyla davranmak ve birbirimizi kucaklamak, birbirimizle yardımlaşmak zorundayız.

İnsan kalmak ancak "biz” demekle mümkün.

"Bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil, çünkü insanın fitratı medenidir. Ebna-i cinsini mülahazaya mecburdur.” (Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye)

Selam olsun!

Bir buz parçası hükmündeki "ben”liğini "biz” havuzuna atıp eriterek ümmetin en mütevazısı olarak insanlığa hizmete koşanlara, koşturanlara…


Yazarın Diğer Yazıları