BOYAYI MI BEĞENMEDİN? BOYACIYI MI?...

Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki. Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı.

Dedi ki:

"Ya ResûlAllah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?”

Sevgili peygamberimiz:

"Asla!”' dedi.

"O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?” deyince,

Resulullah Efendimiz:

"Amir bin Veheb'in evine git ve Resûlullah'ın selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.

Siyah yüzlü genç hemen adrese gider. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve

teklifi de açıkça anlatır. Baba kızar, öfkelenir, düşünmeden reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:

"Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (s.a.v.) ' in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah' tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah'ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum”.

Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:

"Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikâhlısıdır”.

Efendimiz gence:

"Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe” buyurur.

"Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!” deyince,

"Öyle ise Ali'ye, Osman'a, Abdurrahman bin Avf'a git, onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.” Resulullahın bu sözünden sonra siyahi genç uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta...

Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkesi ilgilendirmektedir:

"Ey kendini Allah'a asker bilen Müslümanlar! Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!”

Şimdi ne olacak? Cihada mı gitsin, evlenmeye mi? ..

Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır.

Ama cihat için lazım olan silahını da tamamlamıştır. Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.

Oradaki Müslüman;

"Bu genç, herhalde Bahreyn'den gelen biridir”, derler.

Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:

"Sen Saad mısın?” buyurur.

"Evet,” deyince de dua eder:

"Ceddine saadetler!”

Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar. Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. İş, şehitler tespitine gelir. Bu esnada bir ses:

"Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!”

Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:

"Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!”

Bir hayret nidası daha:

"Allahü Ekber!”

Resulullah sonra döner, oradakilere hitap eder:

"Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:

"Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence, Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!”

 

Kara Kıtanın Çocukları!

 

Ortada tek tencere, içinde çorba,

Bunlar kara kıtanın, beyaz gözleri,

Bedenleri açıkta, yırtıkça urba,

Bu canlar kâinatın, siyah nazları!


Elinde neler var ki, karın doyursun,

İncitmeyerek ver ki, her an övünsün,

Cömert elini ser ki, cana duyursun,

Karınları doyunca, güler yüzleri!


Yiyecek gıdası yok, içecek suyu,

Harap köyü semtleri, ezilmiş boyu,

Böyle yaratmış Allah, siyahtır soyu,

Vicdanları tertemiz, tatlı sözleri!


Yıllarca sömürüldü, hain ellerle,

Esir oldu dövüldü, kötü dillerle,

Ülkesinden kovuldu, batıl yollarla,

Özgürlüğü gitse de, kalır özleri!

 


Yazarın Diğer Yazıları