Çay Asla Sadece Bir İçecek Değildir

Öyle bir şey düşünün ki kışın ısıtıyor, yazın serinletiyor, insanlar onu adıyla misafir oluyor veya misafir kabul ediyor. Hem konuşmak hem de sevmek kabilinde muhabbete vesile oluyor. Televizyonda onu elinde tutan birini gördüğümüzde içimiz kaynıyor, canımız çekiyor. Adına türküler yakılmış, ilahiler yazılmış, şiirler söylenmiş… Hatta şu anda olduğu gibi yazılar yazılıyor. Bilmeceler, maniler, ninniler de cabası. Damarımızda akan kanla; rengi, hayat bahşediciliği aynı olan bu yaşam pınarının adı ÇAY. Dünyanın en eski serumu. Doğal kanın adını çay koymuşlar. Çayın bin bir tane yararı var. Ancak hiçbirisi umrumuzda bile değil. Biz çayı yararları için değil sadece çay olduğu için içiyoruz. Biz çayı, çay olduğu için sevdik. Sevdamız karşılıksız. Onun bizim yanımızda, ellerimizde olması yeter bizlere. Rüyada bile çay görmek çok iyi bir şeydir bizim için. Varın siz düşünün gerisini.
    Bizim milletimiz çayı sonradan tanıdı. Sonradan tanıdığımız ancak hemen dost oluverdiğimiz biri gibi. Kadim dost gibi oluverdik birden. Diğer milletleri bilmem. Çay bizim için asla sadece bir içecek değil. Sıkıntılı anımızda “Hadi bir çay içelim.” demez miyiz? Deriz ki sıkıntımızı yudum yudum alsın götürsün. Üstat Necip Fazıl öyle demiyor mu? “Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan, dakika düşelim senelik paydan” Mutlu anımızda da “Hadi bir çay koyun bakalım.” diyerek neşemizi bardak bardak katlamaz mıyız? Sevincimizi ve üzüntümüzü paylaştığımız her yerde mutlaka o vardır ellerimizde. Sohbetlerin bahanesi odur. Parmaklarımıza sarılır “Hadi anlat bakalım” der sanki. Her yudumda dertlerimizi alır, huzur bahşeder bizlere, sekine yağdırır üzerimize, tıp tıp her yudumda rahatlama damlar bedenimize, sayesinde demleniriz… Çay, midemize inmeden kana karışır. Oradan ruhumuza… Bakın Lale Müldür ne diyor: “Sonra belki çay içeriz. Şansımız varsa yağmur da yağar. Damlalara huzur yüklemece oynarız. Benim damlam seninkini alnından öper. Güzel şeyler olur belki. Sen gel bence.” Çay olmasa idi biz İstanbul’da vapur-simit-çay keyfini nasıl yaşardık, boğaza nazır bir yerde boş boş oturulur muydu peki elimizde çay olmadan, Akyokuş’ta Konya manzarası nakıs(eksik) kalmaz mıydı çaysız, ya Meram…? Hangi dört başı mamur kahvaltı sofrası çaysız bitamam olabilirdi? Hangi akşam yemeğinden sonra çay olmasaydı her şey harika diyebilirdik? Bizler sudan sonra en çok çay içeriz. Dünyanın en çok çay içen milletiyiz. Neden mi? Diyorum ya çay bizim için hiçbir zaman sadece bir içecek olmadı. Olmayacak da. Nasıl olsun? Çay bir kere sevdalarımızın içeceğidir. Bütün sevdalar çayla başlamaz mı? Orhan Kemal bu durumu aynen şöyle aksettiriyor cümlelere: “Bir gün çay içelim seninle. Çaylar benden, manzara senden olsun.” Ya Âşık Veysel’imizin şu sözü “Benim sana verebileceğim hiçbir şey yok aslında. Çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen.” Cezmi Ersöz’ün şu sözü, çayın aşkın resmi içeceği olduğunun belgesi değil midir?  “Çay, henüz her şey bitmedi demektir.”
    Dünyanın pek çok yerinde çeşit çeşit çay ve demleme şekilleri mevcut. Biz Türkler siyah çayı severiz. Aslına bakarsanız çay yeşilken demlenir. Lakin çaylar eskinden Çin’den uzak bölgelere taşınırken doğal fermantasyon sonucu kararır ve insanların eline siyah olarak ulaşırmış. Dünyadaki insanlar çayı böylelikle siyah olarak tanımışlar. Bugün ise Türkiye’de yetiştirilen çaylar özellikle siyahlaştırılıyor. Zira biz yeşil çayı tadı aynı bile olsa içmeyiz. Bizim için çay tavşan kanı olmalı. Çay dediğinde bir nisan yağmuru sonrasının berraklığı, renginde günbatımı kızıllığı, sevdanın tadı, efkârın kendisi olacak. Çay bir kere form işidir. Öyle sütlü çay falan bozar bizi.
    Uzun sözün kısası. Haydi doldur bir bardak çay. Sen bardağı doldur ki o senin ruhunu boşaltsın. Çay güzel şeydir vesselam.


Yazarın Diğer Yazıları