MUSİBETLERİN MANEVİ SEBEPLERİ

Yangınlar canımızı yakmaya devam ediyor. Acımız ve imtihanımız büyük. Yurdumuzun en güzel, en yeşil, en kıymetli köşelerinde yangınlar çıktı, can ve mal kayıplarımız var. Hasılı büyük bir musibetle karşı karşıyayız. Canımızı yakan, huzurumuzu kaçıran, ağzımızın tadını bozan her olaya, her olumsuz gelişmeye musibet diyoruz. Ölümler, hastalıklar, yangınlar, depremler, heyelanlar gibi tabii afetler hep bir musibettir, beladır, imtihandır. Yani musibet maddi ve manevi olarak sarsmadır, sarsılmadır. Hiçbir musibet tesadüfi, sebepsiz değildir, maddi ve manevi sebeplere matuftur. İnsanoğlu olarak genellikle musibetlerin, hastalıkların, depremlerin maddi sebeplerini ararız, araştırırız, bir daha yaşamamak için maddi tedbirler alırız, konuşuruz. Maalesef musibetlerin manevi sebeplerini konuşmuyoruz, düşünmüyoruz, araştırmıyoruz. Dünya'da hiçbir olay tesadüfle açıklanamaz, her olay ilahi bir planın sonucudur, sünnetullahtır. Ya uyarıdır, ya dünyevi cezadır, ya da sonucunda lütuf ve nimet vardır. Şunu unutmayalım ki, dünya imtihan dünyasıdır, nimet de, musibet de imtihan içindir.

 

İlahi kitabımızı okuduğumuz zaman musibetlerin üç sebebi olduğunu anlarız: 1- Bir hatamızın, bir günahımızın, özellikle zulmün ve adaletsizliğin dünyadaki cezasıdır musibet. Rabbimiz, ana- babaya yapılan yanlışın, saygısızlığın, kötülüğün, bir de yapılan haksızlığın ve zulmün cezasını ahirete bırakmadan bu dünyada verir. Büyüklerimiz, "Zulümle abat olunmaz", "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste" demişler.

 

2-Bazı kere musibet bir uyarı niteliğindedir. Rabbimiz biz kullarını yanlışın başında uyarmak ve yanlıştan döndürmek ister. İsraf, şükürsüzlük ve şımarıklık içindeki kullarını yoklukla, kıtlıkla, borçla imtihan eder. Zekatlar verilmezse, zina çoğalırsa yağmurlar yağmaz, kuraklıklar yaşanır.

 

3-Musibetler biz kullarının pişmesi, olgunlaşması, derecelerinin yükselmesi ve ecir kazanması için de gelir. Rabbimiz peygamberlerini o yüzden ağır imtihanlara tabi tutmuştur. Nuh Peygamberin oğlu ve karısı iman etmemiş, Lut Peygamberin hanımı iman etmemiş, düşmanlarla işbirliği yapmış, Eyyup Peygamber hastalıklara düçar olmuş, Hazreti Yakup ve Yusuf yıllarca ayrılık hasreti çekmiş.

 

Evet, Kur'an ve hadislerden çıkardığımıza göre, fitne, musibet ve belaların sebebi, ağırlıkla kendi ellerimizle kazandıklarımız, günahlarımız ve yaptığımız zulümler. İnsanlık tarihi boyunca Rabbimizin kullarını uyarması çok farklı şekillerde olmuştur. Örnek olarak, Nuh kavmini suda boğmuş, Lut kavmini taş yağmuruyla helak etmiş, Ad ve Semud kavimlerini soğuk bir rüzgarla ve sesle yerle bir etmiş, Medyen ve Eyke kavimlerini gökten inen ateşli bir bulutla yok etmiş, İsrail oğullarına zulmeden Firavun hanedanını denizde boğmuştur. Bütün bu kavimlerin ortak suçu; zulüm, şımarıklık ve ahlaksızlık. Lut kavmi livatacılık (oğlancılık) yapıyordu, Medyen ahalisi, ölçü ve tartıda hile yapıyordu, Ad ve Semud kavimleri israf ve isyan içindeydiler, peygamberleri saymadılar, Firavun kendini ilah yerine koydu, İsrail oğullarının oğlan çocuklarını öldürdü, soykırım yaptı, köle olarak kullandı. Rabbimiz bunları uyarmak için yağmur yerine kan yağdırdı, çekirge ve kurbağa musallat etti, yağmurlarını kesti, kıtlık verdi, ama anlamadılar, zulümlerine devam ettiler.

 

Özellikle hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, zina ve fuhşun yayıldığı, insanların zulüm gördüğü, zekatların verilmediği, kötülüklerin önlenmediği ve göz yumulduğu, hatta teşvik gördüğü bölgelerde başta hastalıklar yayılır, ölümler ve depremler çoğalır, yağmurlar kesilir, bereket azalır. Bakara Suresinin 155'inci ayetinde Rabbimiz, "Biz sizi, korkudan ve açlıktan bir şeyle, malları, canları ve ürünleri azaltarak imtihan ederiz. Mü'minlere müjdele!" Buyurur. Evet, bugün imtihandayız, ülke olarak kuraklıkla, sellerle ve yangınlarla sınanıyoruz, uyarılıyoruz. Biz de adeta eski kavimler gibi şımardık, nankörlük yaptık, şükretmedik. Ahlaksızlık yayıldı, seyirci kaldık. Aileler dağıldı, dağılıyor, kadınlar katledildi, katlediliyor, eşler birbirine ihanet etti, ediyor, edep ve haya duygularımız azaldı, utanmıyoruz, internet ortamında özelimiz, mahremiyetimiz kalmadı, birbirimize güvenmiyoruz, güven de vermiyoruz, kardeşlerimize sırt çeviriyoruz, hukukları gözetmiyoruz. Huzur evleri dolu, meyhaneler, hapishaneler, adliyeler dolu ama camiler boş, misafir odalarımız boş, sofralarımız boş.

 

Evet, Kur'an-ı Kerim'de, "Başınıza gelen musibetler ellerinizle kazandığınız yüzündendir. Allah çoğunu da affediyor" . "Başına bir iyilik gelirse Allah'tandır, bir musibet gelirse de nefsindendir" buyrulur. Enbiya Suresinin 35'inci ayetinde, "Sizi şer ile de hayır ile de imtihan ederiz, sonra bize döndürüleceksiniz" buyrulur. Bir kibar-ı kelamda da, "Başa bir şey gelmez Hak yazmayınca/ Kula bela gelmez kul azmayınca" denir.

 

Evet, musibetler ön uyarıcılardır. Bizi kendimize getirmek içindir. Aynı zamanda musibetler günahlarımızın keffaretidir, sabredersek bağışlanmamıza sebeptir. Ebu Hüreyre'den gelen bir rivayette Efendimiz, "Rabbim bir kimseye hayır dilerse ona musibet verir". Bu yüzden en büyük işkenceleri, eziyetleri peygamberler ve veli kullar çekmiştir ve katlanmıştır.

 

Peygamberimiz, savaşta, Allah yolunda ölen ve öldürülenler dışında, "yangında yanarak, suda boğularak, yıkık ve göçük altında kalarak, karın ağrısı çekerek, bulaşıcı bir hastalığın pençesinde kıvranarak ve doğum yaparken ölenler de şehittir" buyurmuştur. O yüzden büyüklerimiz, "musibet münafık için ukubet (ceza), sabırlı mü'min için keffaret, şükreden mü'min için derece kazanmadır" demişlerdir.

 

Doğrudur, musibetlerin maddi sebeplerini de tartışmalıyız, depremler için, yangınlar için tedbirli olmalıyız ama manevi boyutunu da unutmamalıyız. Hocalarımız sık sık uyarmalı, büyük günahlardan uzak durmalı, aile kurumunu yıkan günahları işlememeli, Rabbimizin istediği şekilde giyinmeli, yardımlaşmalı, zekatlarımızı tam vermeli ve zulüm altında kalan kardeşlerimize duyarsız kalmamalıyız. Evet, birileri bunları söylerse "sen kimi suçluyorsun, hangi devirde yaşıyorsun" diye bilimselciler bana kızacaklar. Aynı bilimselciler, aklı -bilimi tek ilah görenler, depremi bir dakika önce haber veremiyorlar. Evet, acizliğimizi itiraf etmeliyiz. Bir hoca çıkıp, "bu fitne ve belaların sebebi; günahlarımızdır, israfımızdır, şımarıklığımızdır, yanlış kadın-erkek ilişkileridir, yanlış yaşam tarzımızdır, mazlum ve zayıflara karşı duyarsızlığımız, bencilliğimiz, azgınlığımız, hırslarımızdır" demeli. Biliyorum, bu tür uyarılara birileri kapalı, birileri de öküz altında buzağı arar, her şeyi dine bağlamayın diye karşı çıkar.

 

İşte gördük, Çin'de küçük bir virüs yayıldı, tüm insanlık aciz kaldı, panikledi. Küçük bir sallantıda evlerimize giremez olduk. "Rabbimiz, "büyük azaptan yani ahiret azabından önce yakın azabı yani dünya azabını size tattırırız" buyurur. Bu dünyada hiçbir keder ve üzüntü sebepsiz değildir. Gerçek müminler her zaman kardadır. Ya bunlardan ders alır günahlardan vazgeçeriz, ya sabreder ve şükrederiz, sevap ve derece kazanırız. Ders almazsak daha büyük imtihanlara tabi oluruz. Tefekkür, tezekkür ve dua zamanı: "Rabbimiz, daha büyük sınamalar yapma, kaldıramayacağımız yükleri vurma, bizi nefsimize bırakma ve ibret alan kullarından eyle" diye dua edelim.

Yazarın Diğer Yazıları