BİR KUDÜS FATİHİ, SELAHADDİN EYYUBİ

Değerli Tarih dostları, günümüzden yaklaşık sekiz asır önce İslam dünyası yaşadığımız 21. Yy.'ın gerçeklerinden çok da farklı bir görüntüye sahip değildi. Tek farkla ki o zaman Filistin topraklarında Yahudiler değil Yapılan Haçlı seferlerinin bir neticesi olarak Haçlı kontlukları hâkimiyet sürüyordu. Buna karşın İslam dünyası büyük bir dağınıklık yaşıyor, İslam devletleri Müslümanların hukukunu korumak, Allah'ın emanetlerine sahip çıkmak yerine birbirleriyle taht kavgaları veriyorlardı.

İşte böylesi bir zaman diliminde Selahaddin Eyyubi'nin ortaya önce Mısır'da kendi adıyla anılan Eyyubi Devleti'ni kurması ve Kudüs'ün fethini gerçekleştirmesi İslam coğrafyalarındaki karamsarlıkların ortana kalkmasına ve İslam beldeleri üzerindeki kara bulutların dağılmasına neden olacaktı. Selahaddin Eyyubi'nin bu başarısından yaklaşık bir asır sonra Osmanlı Devleti'nin de kurulmasıyla birlikte Müslümanlar tekrar yeryüzündeki onur ve izzetlerini yeniden kazanacaklardı.

Peki, İslam tarihinin Kudüs sevdalısı bu değerli devlet adamı ve komutanını yeterince tanıyormuyuz? Ben bu gün bu satırlarda mümkün olduğu kadarıyla Selahaddin Eyyubi'nin veziri olan Kadı Bahâeddin İbn Şeddâd'ın ifadelerine dayanarak onun hakkında bilgi vermeye çalışacağım.

Selahaddin Eyyubi'nin hikâyesi parçalanmış İslam dünyasının yeniden diriliş sürecinin en çarpıcı ifadelerinden biridir. Selahattin, 1138 de Tikrit'te dünyaya gelmiştir. Eğitimini tamamlamak üzere Şam'a gönderilmiştir. İslam ümmetinin bu kahraman evladı sadece gençliğini değil bütün ömrünü Kudüs'ün yanı sıra İslam inanç sisteminin tüm kutsal emanetlerinin bekasını sağlamak gayretiyle geçirmiştir. Selahaddin Eyyubi'nin azmi, heyecanı, mücadeleci kimliği, disiplinli çalışma alışkanlığı asırlarca İslam ümmetinin evlatları için rol-model olmuştur. Ümmetin evlatları onunla moral, cesaret buldular. Onun hikâyesiyle heyecanlandılar, onların şahsiyeti ile kendi varlıklarını bütünleştirerek yeniden yeni yeni diriliş ve uyanış hikâyelerinin kahramanları olmayı başardılar.

Kadı Bahâeddin İbn Şeddâd onun hakkında ki gözlemlerini şu ifadelerle anlatıyor:

"Mısır'daki devletin idaresi ve düzeni eline geçtik­ten sonra dünya onun gözünde bir hiç oldu. Şükür ve hamdetme aşkı gönlünde dalgalandı. Tevbe etti. Zevk ü safadan, eğlenceden yüz çevirdi. Te­miz ve zahmetli bir hayatı benimsedi, her geçen gün bu yolda daha ileri gitti, terakki etti.”

Yine aynı konuda Stanley Len Paul tespitlerini şu sözlerle aktarıyor:

"Artık Selahaddin kendi şahsı ile ilgili olan şeylerde bir düzenlemeye girdi. Hayat prensiplerini sertleştirdi. O her zaman zaten müttakî ve haramdan sakınan biri idi, ama şimdi bunu daha da katılaştırdı, kesinleştirdi. Dünya zevk ü safasını, eğlenceleri ve rahat bir hayat yaşama arzularını tamamen terk etti. Kendi davranışla­rına, hareketlerine daha katı kurallar koydu. Çalışma arkadaşlarına karşı kendini iyi bir örnek yaptı. Bütün çalışmalarını, kâfirleri içinden çıkarıp temizleyeceği güçlü bir devlet kurmaya yoğunlaştırdı. Nitekim: ‘Allah bana Mısır'ı verince anladım ki Filistin'i de vermeyi nasib etmiştir.' dedi”

İslam âlimi İbn-i Esir Kudüs'ün fethine giden yolun açıldığı Hıttin Savaşı'nda babasının yanında omuz omuza mücadele veren Selahaddin'in oğlu Melik Efdal'den savaşın seyrine ilişkin şu sözleri biz aktarmaktadır,

"Bu savaş benim ilk katıldığım savaştı. Babamın yanındaydım. Frenklerin (Haçlıların) kralı arkadaşlarıyla tepeye çekildiler. Frenkler Müslümanların üzerine hamle yaptılar, onları babamın olduğu yere kadar püskürttüler. Babama baktım, benzi atmıştı… Sakalını tutup ileri atıldı; ‘şeytan yalan söylüyor' diye bağırdı. Müslümanlar Frenklere hücum edip onları tepeye kadar sürdüler. Sevincimden ‘onları yendik' diye bağırdım. (…) Babam bana dönüp, ‘Sus! Şu çadır düşmedikçe onları yenmiş olmayız.' Dedi. O bu sözleri söylerken çadır düştü. Babam sultan atından inip şükür secdesine kapandı ve sevincinden ağladı… Bunun ardından Müslümanlar kral ve arkadaşlarını esir ettiler…”

1193 yılında vefat ettiğinde cenaze masraflarını karşılayacak kadar bile parası çıkmamıştı. Çünkü sağlığında tüm kişisel servetini ihtiyaç sahiplerine bağışlamıştı.

Sultan Selahaddin Eyyubi vefatından önce evlatlarını yanına onlara vasiyette bulundu. Oğullarına yaptığı o vasiyet konuşmasında evlatlarına şu sözleri söyledi,

"Oğulcuğum! Allah'ın emirlerine uymakta ihmal göstermeyin! Allah'tan korkun ki, iki cihanda saadete kavuşasınız. Allah'ın emirlerine uyanlar dünya ve ahirette kurtulurlar. Sana mal-mülk, şan-şöhret değil, canınla malınla Allah yolunda cihad üzere yaşamayı emrediyorum.”

"Oğulcuğum! Bu halk sana Allah'ın emanetidir; onların durumunu araştır ve mutlulukları için çalış. Kanı gözyaşı gibi gör; sakın elini-eteğini kanla kirletme! Dökülen her damla kanın mutlaka intikamı alınır.”

"Komutan ve askerlerini memnun et, halka karşı ihsanda bulun, cömert ol. Unutma, benim bu makamlara gelişim insanlara iyi davranmamın sonucudur.”

"Sana kast edenler dâhil, kimseye kin tutma. Çünkü kin ile din aynı yürekte barınmaz. Herkesin hakkını gözet; bir ölüp hesaba çekileceğimizi aklından çıkarma!”

"Allah'ın merhameti ve şefkati bizi kuşatmıştır. O (c.c.) kendine yapılan hata ve isyanı, tövbe edince affedebilir; fakat kul hakkı, insanları memnun etmedikçe affedilmez. Hepinizi Allah'a emanet ediyorum!”

Değerli Tarih dostları Sultan Selahaddin'in vasiyetinin hepimizin gönül dünyasında yer etmesi temennisiyle hepinizi Allah'a emanet ediyorum. Rabbim medeniyetimizden Selahaddinlerin varlığını eksik etmesin inşallah.


Yazarın Diğer Yazıları