Bizim Ölümümüz, Şeb-i Arus Olamaz mı?

 

Şeb-i Arûs (veya Şeb-i Urs) "gelin gecesi”, "düğün gecesi”, "gerdek gecesi” anlamlarına gelen; Hz. Mevlânâ'nın vefat gecesini ve bu gecenin yıl dönümlerinde yapılan töreni ifade eden bir Mevlevi terimidir. Bu gece, âşık sevgilisine, dost dostuna kavuştuğu için gerdek gecesine benzetilmiştir.

Hz. Mevlana, ölmeden önce dostlarına şu vasiyeti yapmıştır: "Ben size gizli ve aleni, Allah'tan korkmanızı, az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi, daima şehvetten kaçınmanızı, halkın eziyet ve cefasına dayanmanızı, avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı, kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ediyorum. İnsanların hayırlısı; insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı; az ve öz olandır. Hamd, yalnız ve tek olan Allah'a mahsustur. Tevhit ehline selam olsun.”

Hz. Mevlana, 17 Aralık 1273 günü akşama doğru Sevgilisine (Allah'a) kavuşmuştur. Bu geceye Mevleviler; "Şeb-i Arus” demişlerdir.

Hz. Mevlana'nın ölüm gecesine ayrılık gecesi denmez. Dostuna, sevgilisine kavuştuğu, ebedi vuslata erdiğini belirtmek için düğün gecesi anlamında; "Şeb-i Arus” denir.

Şeb-i Arusa ulaşmak bizler için mümkün değil mi? Bizler bu güzelliği tadamaz mıyız? Eğer mümkün olmasaydı, Mevlana bu konuda Mesnevi gibi bir güzellikler kitabı oluşturmaz, bu hususla ilgili şiirler kaleme almazdı. Nasıl ki ölüm ile ilgili şiirleri ve görüşlerinde bizlere mesajlar veriyorsa, ölümden; inançlı insanın korkmasının söz konusu olmamasını istiyorsa, o vakit korkmamıza ve ölümümüzü Şeb-i Arus olarak telakki etmememize hiçbir sebep yoktur.

İnsanlar niçin ölümden korkar? İnançları olmadığı veya zayıf bir inanca sahip oldukları için. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Korksak da, korkmasak da ölüm bizi bulacaktır. İnansak da, inanmasak da ölümle yüzleşeceğiz. Yerin milyonlarca kilometre altına girsek, gökyüzünün milyonlarca kilometre üstüne çıksak... Ölümden kaçış yoktur.

Allah'ı seven, Allah'ın da kendilerini sevdiği seçkin kullar için ölüm, sevenlerin kavuşmasını sağlar. Cenab-ı Hak, "Habibullah”, yani Allah sevgilisi Hz. Muhammed'e sormuş: "Dünya hayatını mı yoksa Dost'un katında olmayı mı tercih ediyorsun? Seni muhayyer bıraktım, tercihini yap.” İşte o zaman Peygamberimiz "Refîk-i A'lâ'yı (En yüce Dost'u)!” demiş ve son nefesini vermiştir.

Ölümü hoş karşılamak, Allah'ı sevmenin, O'nun razı olacağı bir hayat sürmüş olmanın ve O'na kavuşma arzusunun bir tezahürüdür. Nitekim Yüce Allah, Kur'an'da, "…Eğer sâdık iseniz ölümü temenni ediniz" buyurmuştur.

Sufilere göre, dünya zindandır. Vefat eden bir mümin, bu zindandan kurtulmuştur. Bir hadiste Hz. Peygamber, "Dünya mümin için zindan, kâfir için Cennettir.” denilmiştir. Dünya bir kafes, ruh da içinde kuştur. Ölen ruh, kafesten çıkmış, özgürlüğüne kavuşmuş ve ebediyet semasına uçmuştur. Ruh bedende tutsaktır; ölümle hürriyetine kavuşur. Ruhun esas mekânı ruhlar âlemi ve bezm-i elesttir. Asli vatanından bu dünyaya geçici olarak gelmiştir ve esas vatanın özlemi içindedir; burada gariptir, ait olduğu diyarın hasretini çekmektedir.

Sufiler arasında ölümü neşeyle karşılayanlar olmuştur. İbnü'l-Cevzi şu menkıbeyi anlatır: "Çölde giden el-Kettânî bir derviş görür. Ölmüştür, ama gülüyordur. "Ölü olduğun halde gülüyor musun?” diye sorunca şu cevabı alır: "Rahman'ın âşıkları işte böyle olurlar”. Der.

Ebû Said Ebu'l-Hayr'ın şöyle dediği nakledilmiştir:

Yâdında mı doğduğun zamanlar

Sen ağlar idin güler idi âlem

Öyle bir ömür geçir ki olsun

Mevtin sana hande, halka matem.

Ebû Said Ebu'l-Hayr, naaşı mezara götürülürken şu dizelerin okunmasını vasiyet etmişti:

"Hebter ender cihan ez'in çe bured kâr

Dost be dost reft yâr ber yâr.”

(Dünyada şundan daha hoş hangi iş var? Dost dosta gidiyor, yâr Yâr'a.)

Ebû Said'in cenazesi, defler çalınarak ve ilahiler okunarak kaldırılmıştı.


Yazarın Diğer Yazıları