OSMANLI VE DÜNYADA ZENAATTEN SANATA

İnsanoğlunun elinde bir biçime girerek "ilk hüner yapıtları" olma niteliğini kazanan nesneler herhalde toprak çamurundan yapılmış, güneşte kurutulmuştu. O evreden, kimi toprak türlerinin çamur yapılıp pişirilerek veya dövülüp eritilerek sonsuz güzelliklere, ham maddesi doğanın taşı toprağı olan sanat zenginliklerine ulaşılması tahmin edilemeyecek kadar uzun bir süreçtir. Ama kesin oran o ki zenaat -sanat tutkularına yanıt veren ilk hammaddeler, "ateş toprağı", "killi toprak", "özlü toprak" (çömlekçi toprağı), "kum ve silis" gibi maddelerle renk ve desen elde etmede kullanılan ve doğal olarak bulunabilen madensel oksitler olagelmiştir. 

Toprak türevlerine dayalı eski zenaat ve sanat serüvenlerine katkısı olmayan bir ulustan ya da toplumdan elbette ki söz edilemez. Altı yüzyıllık siyasal yaşamına koşut olarak uygarlık evreninde de uzun bir zaman diliminde azımsanmayacak izler bırakan Osmanlılığın toprak sanatlarına özgün katkıları neler olmuştur? Bu soruya verilecek yanıt, Osmanlılık açısından fevkalade kıvanç vericidir. Diğerleri bir yana bırakılsa da İznik çinilerine, Kütahya seramiklerine, Beykoz çeşmibülbüllerine hayatiyet veren imparatorluk gücünü takdir etmemek haksızlıktır. Osmanlı zenaat ve sanatları arasında önemli bir yeri olan toprak sanatları, başlıca çini, keramik, çömlekçilik ve cam işlerini kapsamaktadır. 

Çini, keramik, çömlek 

Türklerin Ortaasya'dan beri ulusal sanatları arasında yer alan ve binlerce yıllık bir mazisi olan keramik işleri, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında,bu sanatın Anadolu'ya özgü malzeme ve teknikleriyle daha da gelişmiştir. Anadolu Türkçesinde ve Osmanlı kaynaklarında sırlı keramiklere daha çok "sırça"; fayans ve sırlı karolara "kaşi" (Asya'daki çinicilik merkezlerinden Kâş kentine atfen) veya "çini" (Çin işi), porselene ise fağfur/fağfuri" (Çin imparatorlarının unvanı) denildiği saptanıyor. Türk çini-keramik ustalarına da önceleri kâşi-ger, daha sonraları çinici, sırçacı denildiği gibi, Osmanlıların ilk dönemlerinde daha çok kaşi olarak bilinen çinicilik ürünleri, sonraki dönemlerde Çiniden ve Japonya'dan ithal edilen benzerlerine nispetle giderek çini adını almıştır. İstanbul'daki en eski Osmanlı kasrının, yapıldığı dönemdeki adı da Sırça Saray, Sırçalı Köşk iken zamanla Çinili Köşk adı yerleşmiştir. Çinileriyle ünlü yapılara Çinili Hamam, Çinili Medrese vb adlar verilirken eserlere de üretim merkezlerine göre İznik çinisi, Kütahya çinisi, Çanakkale çömleği adları verilmiştir. 

Fakat, "çini" deyiminin bu yaygınlığına bakarak Osmanlı çiniciliğinin Çin'deki tekniklerle ya da Çin'den gelen ustalarla bir ilgisinin olduğunu düşünmek yanlıştır. Çini (fayans ve porselen), keramik (seramik) ve çömleği farklı kılan özellikleri ise ham maddelerinin kil, kaolen, kuvars kumu, silis türü topraklar olması; pişirme -sırlama teknikleri; verilen biçimler ve kullanım alanları olmuştur. Türkler, söz konusu toprak sanatlarından sırlı sırsız keramiği çömlekçilikte, sırçayı duvar örgüsünde, çini tekniğini yüzey kaplamaya mahsus karo imalinde, fağfuri tekniğini ise fincan, tabak, kase, vazo vb imalinde kullanmışlardır. 

 

Osmanlı çini ve keramik sanatı

12-13 yüzyıllar boyunca Selçuklu egemenliği sınırları içinde ve Konya merkezli' olarak gelişme gösteren "kakma" (duvar örgüleri arasına sıralanma) ve "düz" (duvar yüzeyine yapıştırma) dekoratif çini ve keramik işleriyle, tabak, kase, küp vb kap kaçak biçimindeki çini sanatlarının, 14. Yüzyıl Anadolu beyliklerinin kültürlerinde , -Kütahya ve Birgi'deki yalın örnekler dışında- sanatsal anlamda fazla bir yerinin. olmadığı, buna karşılık Anadolu'nun birçok yöresinde, örneğin Sivas'ta, Tarsus'ta, Samsat'ta, Konya, Kütahya ve İznik'te ev gereçleri olarak kaba seramiklerin üretildiği biliniyor. Buna karşılık Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarından başlayarak beyliğin ilk merkezleri olan İznik ve Bursa'daki sanatsal yapılarda çini bezemelerine ağırlık verildiği gözlemleniyor. 


Yazarın Diğer Yazıları