ESKİMİŞ VE ESKİMEYE BAŞLAMIŞ MESLEKLER

Kalem İşi ve minekârî 

 

Kalem-kârî de denilen bu yöntem kuyumculuğa özgü gümüş ve altın dışında, başka maden sanatlarında da bakıra ve ki- mi alaşımlara uygulanmıştır. kalem işi, üzerine "Kalemker" denen ustaları tarafından çelik uçlu kazıma aletiyle özenli desenler ve bu arada yazılar işlenmiş gümüş ve altın eşyalara deniyordu. Ancak hemen belirtmeli ki altın üzerine kalem işi, -fire kaygısı yüzünden- tuğra, şemse, imza gibi simgeler ve bunları çerçeveleyen desenlerle tutulurdu ve daha çok gümüş eşyaya uygulanıyordu. Örneğin, bir sorunun çözümü maksadıyla yetkili bir zata sunulmak üzere yaptırılan gümüş leğen ibrik, tepsi veya kahve fincanı takımı zarfları, mükeyyifat takımı (tabaka, ağızlık, çakmak) gibi setler, gelin çeyizine konulan hamam taslan, kalem işi desenlerle daha göz alici olur zamanla da antika değeri kazanırdı. Gümüşün çok yumuşak olması, kalemkar ustaların,en karmaşık kalem işlerini dahi kolaylıkla uygulamalarına olanak vermekteydi. Asil kuyumcu ustaları tarafından arzu edilen biçim ve üslupta fakat düz olarak imal edilen gümüş eşya üzerine, kalemker, elindeki desen şablonlarından uygun düşenini kopye ettikten sonra inceli kalınlı, yivli, tırtıllı uçları olan çelik kalemlerini kullanarak dikkatli hesaplara dayanan gerin, sığ ve yalama çizgilerle desen işlemeyi tamamlardı. Doğal olarak, yinelenen motiflerin büyüklük ve biçim bakımından biri birinin aynı olması, çizgi uçlarının aynı noktada kavuşması, simetrilerin bozulmaması, dekorun her ayrıntısının aynı özenle işlenmesi koşuldu. Bu nedenle de kalemkerlik, sanatsal açıdan kuyumculuğun özel bir dalı, "İstanbul kalem işi" denilen üslupsa bu dalın "kâr-ı kadim"(klasik) i idi. Buna karşılık "minekârî kalem işi" ile tezyin edilmiş şeylerin, İstanbullularca rağbet görmediğini, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri adlı yapıtında vurgulayan Abdülaziz Bey (ÖI. 1918) minekârî kalem işi bezekli tüfek, tabanca, hançer, kılıç kınların, Doğu Anadolu bölgesinde ve Arabistan'da makbul olduğunu yazmaktadır. P .Lecomte ise Türkiyede Sanatlar ve Zeneatlat adıyla Türkçeye çevrilen yapıtında Osmanlı "minekarî'si konusunda, şunları yazmaktadır: 

 

"Mine, kuvarslı veya renkli silis ile çeşitli Madenlerin oksitlerinden karışımdır. Minedlik, maden eşyanın bu karışımla kaplanmasıdır. Türkler, İranlılar, İtalyanlar, Bizanslılar ve Fransızlar bu sahatta usta milletlerdir (...) Türk mineleri çok değişiktir. Bunlar, mineden yapılma dekoratif minyatürlerdir. Kuyumcu minesinde levha üzerine kazı kalemiyle desenler kazılır. –Türkiye'de kazı kalemler yirmi yıl öncesine (1870'1ere) kadar tunçtan yapılırdı.- Kazılan yerlere mine dökülür. 

 

Türk sanatkarı desenleri bir modele bakarak yapmaz. Sanat içgüdüsünü, hayalindeki kaprisli çizgilere karşı serbest bırakır. Rastgele birbirini saran saplara dolanmış yapraklar, bunların arasından çiçekler çıkıvermiştir. Şark fantezisi denen o ahenkli karışıklık bir kez daha karşımıza çıkar. 

 

Bununla nargileleri, çubuklan, kahve fincanlanın, zarflan süslerler. Ancak bu zenaatin de Şarkta yok olmak üzere bulunduğunu esefle kaydetmek zorundayız. 25 -30 yıldan beridir Türkiye'de kluazone mine yapılmamaktadır. Çubuğun modası geçmiştir. Avrupa'nın o berbat sanayi malları, Türk mine sanatına kesin bir darbe indirmiştir. 150 yıl önceki zenaatkârlar eserlerini büyük titizlikle meydana getirirlerdi ve bu sebeple bunlar çok pahalıya satılırdı. O devirde Venedikliler rekabete başladılar. İlk darbe onlardan geldi. Türkler on lan n karşısında tutunamadı ve Türkiye'de bu sanat ani bir düşüş gösterdi. 

 

250 yıl öncesinden kalma minelere de rastlanmaktadır. O devirde Türkler ve İranlılar birlikte çalışmakta, kamaların kabzalarım süslemekte idiler. Fakat bu minelerin karakteri çok farklıdır." 

 

 

Akla gelen bir soru, acaba, onca zahmetle ve dikkatle uzun zamanlar harcanarak gümüş üzerine kazılan kalem işi desenler salt süslü olsun düşüncesiyle mi yapılıyordu? Veya, bu desenlerin, desenler içinde gizlenen kimi simgesel motiflerin manevi birer anlamı ya da tılsım değeri var mıydı? Üzeri kalem işi yazılı desenli tılsım damga- lan, nazarlık ve muska mahfazaları, hamailler, pazubentler olduğuna göre başka gümüş objelerdeki işlemelerde de böyle bazı değerlerin saklı olması muhtemeldir. 

 

 

Telkârî 

 

Bu özgün sanatı Osmanlı ustaları doğulu ustalardan öğrenip geliştirmişler sonra da Avrupa'ya öğretmişlerdir. Malzemesi ince gümüş veya altın teldir. Çok eski bir Hint sanatı olduğu için "Hind-kan" de denilen telkanlık, kuyumculuğu; kalem işine oranla kuşkusuz daha zahmetli pir dalıydı. Eritilip çubuk kalıbına dökülen altın ya da gümüş, daha sonra bir dizi haddeden geçirilip her seferinde tavlanarak ince teller elde ediliyor; bunlar, çizilmiş desenlere göre parça parça kesilip türlü biçimlerde bükülüyor ve bir iskelet üzerinde telkariye özel motifleri meydana getirecek tarzda birbirine kaynatılıyor; daha sonra temizlenip parlatılıyordu. Altın ya da gümüş tellerin, kalıp ya da iskelet üzerine sarılarak, hasır gibi örülerek işlenmesi teknikleri de her ne kadar kuyumculuğun telkarilik dalı kapsamında sayılsa da bunlara sarma işi, hasır işi deniliyordu. Telkariye ise kesilip kaynatılan tel parçalan çoğunca "vav" harfi biçiminde olduğundan eskiler "vav işi" veya bu işte kullanılan "çift" adlı aletten dolayı "çift işi" de derlermiş. 


Yazarın Diğer Yazıları