ŞEHİRLERİN FETHİ GÖNÜLLERİN FETHİNDEN GEÇER

Şehirler, şuurla ortaya çıkar. Aslında şuurlu yapılan her işin sonu güzel olur. Şuur olmadan kurulan şehirlere şehir denmez. Her ne kadar biz; "Şehir” desek de, şehir olma özelliğinden mahrumdur. Bunun örnekleri çoktur tarihte.

Türklerde; ihya anlayışı vardır, imha düşüncesinden uzaktır. Girdiği her yerde; insanca yaşamanın, adaletin, barışın, kardeşliğin, huzurun… sağlanması Türklerin özelliğidir.

Ülkelerin toprak bütünlüğüne önem verilir. Şehirlerin ekonomik yönden kalkındırılması sağlanır.

İstanbul'un fethinde Anadolu İrfanı önde gider.

Anadolu İrfanı; gönül erlerinin temsil ettiği irfan geleneği, dini hayatın kalbî ve ruhî boyutunu ifade eder.

Anadolu İrfanı; İbadetlerinde devamlı olmak, yalan söylememek, dedikodu yapmamak, iftira atmamaktır.

Anadolu İrfanı; Kur'an ahlakıyla ahlaklanmaktır. Anadolu irfanı, karşılıklı hoşgörü içerisinde yaşamayı, şefkat ve merhameti esas alır.

Anadolu irfanını anlamak için irfan kavramını bilmekte yarar var. Nedir irfan?

Özellikle ilahiyat ve tasavvuf alanlarında irfan kelimesine çok daha derin anlamlar yüklenmekte ve bu kelime üzerinden farklı çağrışımlar yapılmaktadır. Bu anlamda incelendiğinde irfan, ilahi bir güç tarafından kişiye verilen bilgi ve önsezi anlamlarını da taşıyabilmektedir.

İrfan; "bilmek” demektir. Bu bilme, sezgiyi ve ruh dikkatini ifade eder.

"Men arafe nefsehu,

Fekad arafe Rabbehu” sözü, bu bilmenin genişlik ve derinliğini anlatır.

İrfandan bizim anladığımız daha çok budur.

 

Pir Sultan Abdal;

 

Pir Sultan'ım söyler bu hikayeti,

Yirmi Sekiz harfle yedi ayeti,

Nefsini bilmektir sözün gayeti,

Bilmeğe irfandan rehber isterler” der.

Ferdin irfanı, cemiyetin irfan mektebinde elde edilir. Bu mektebin bacası yoktur. Hocası bizzat cemiyetin kendisidir.

İrfan; tarih boyu sözlü veya yazılı metinler vasıtasıyla aktarılmış, evde, kamusal alanda okuyarak, duyarak, görerek, yaşayarak öğrenilmiştir.

"Türk irfanının kaynakları nelerdir?” Diye soracak olursak Kutadgu Bilig'ten, Mesnevi'ye, Garipname'den, Muhammediye'den, Yunus Emre'den, Sezai Karakoç'a kadar yüzlerce, binlerce metni; Dede korkut Oğuznameleri'ni, atasözlerini, halk türkülerini tek tek sıralamamız gerekir.

 

Türk irfanın asıl kaynağı; Kelam-ı İlahidir. Dede Korkut Oğuznamesinin başlangıcında;

"Allah Allah demeyince işler onmaz” diyerek, o maşerî irfanın temelini göstermiş oluyor.

"Nâdânlık olup mu'teber ebnâ-yı zamânda

Hattı bozulup nüsha-i 'irfân unudulmış”

” (Câhillik, anlayışsızlık bu günün insanında pek muteber olmuş. Yazısı bozulup irfan kitabı unutulmuş).

Tasavvuf geleneğinde bu irfan, mürşitlerin rehberliğinde gerçekleşir. Tasavvuf geleneği ve bu geleneğin pirleri, insana hakikatli bir nazar hediye eder.

Kişi aldığı eğitimle bir nazar edinir ve bu nazarla bakar. Böylece varlığın hakikatini, bütününü görür. Baktığı şeyin bir kendine, bir de Rabbine bakan yüzünün olduğunu bilir.

Oysa bugün hayatı bütün haliyle değil parçalayarak karşılayan modern tasavvurun sonucu olarak formel bir zincirden ibaret eğitime dikkat çekmek gerekir.

Bugünkü eğitim, insanı araçsallaştıran, mesleklere, fabrikalara eleman yetiştiren bir süreç. Oysa bizim ananevî eğitim tasavvurumuz ise eğitimi hayatın bir bölümüyle sınırlamayıp hayatın bütününe yayar; beşikten mezara kadar devam eden eğitimi öngörür. Hayatın bütünü eğitim konusu yapılır. Bu anlayışa göre insan bilmek ve keşfetmek üzere yaratılmıştır. Kendini bilecek, varlığı tanıyacak, böylelikle insan olup hakikate uyanacak ve bu suretle cehalet zincirinden kurtulacaktır. Ananevî olanın inşa ettiği toplumda eğitim, bütün fikriyle görülürdü.

Medrese, tekke vardı ama başka türlü bir eğitimi de mahalle ve sokakta almak mümkündü. Sokağın kendisi ve sokağın vazgeçilmezleri okullarda verilmeyeni verirdi. Anne ve babasından, evinden, gittiği okullardan alamadığını bu adreslerden ediniyordu. Karşısına cami, kıraathane, tekke, dergâh, çıkıyordu.

Sokağın, mahallenin ve şehrin tümü okul oluyordu insana. İnsana bütüncül olan ve hayatın tamamını eğitim alanı gören böylesi bir model rehberlik etmelidir. İnsanın sadece aklî zekâsına değil, duygusal zekâsına da dikkat eden bir yaklaşım… Selçuklu-Osmanlı deneyimini mümkün kılmış unsurları keşfetmek lazım. Bu pratiklerde hayatın bir kısmı değil, acı ve mutluluğun iç içe geçtiği bir bütünlük vardı.

Ananevî kültürümüzün ana damarını oluşturan irfana bakıldığında derdin önemsendiği görülür. "Derdim bana derman imiş” denir. Modern eğitim, acılardan soyutlanmış bir hayat öngörür. Varlığın, dolayısıyla hayatın bütünlüğüyle barışık değil, onunla kavgalıdır. Hayatın acı, ağrı, hastalık, yaşlılık tarafı bir günah gibi karşılanır. Modern eğitime dahil olanlar da bu şekilde görme ve yaşamaya alışır. Hayatın bu tarafının eğitimini alamayan "nahoş” bir şeyle karşılaştığında öylece kalır, hayat kendisine zehir olur. Modern algının tersine irfanî bakış başka bir yerden bakar: Kahrı ve lütfu bir görür.

 

 

Şehr-i İstanbul

 

Peygamber müjdesi İslam nişanı,

Ezanların sesi mest eder canı,

Tekbirle çınlıyor şehrin her yanı,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

 

Kadıköy Sarıyer bir de Kanlıca,

Sultan Ahmet Orta Köy ve Çamlıca,

Cömertlik haykırır bize şanlıca,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

 

Rabbim yardım eder koşar feryada,

Deniz nimet sunar coşar deryada,

Asla emsali yok hiç bu dünyada,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

 

Bu Haliç Köprüsü işte karşısı,

Eminönü'ndedir Mısır Çarşısı,

Yeni Cami kuşlar zevkin artısı,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

 

Piyer Loti Eyüp Süleymaniye,

Ayasofya seslenir; "Felah” diye,

Bir muştudur bunlar birer hediye,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

 

Anadolu Hisarı sevinç sürur,

Boğaza yakışır ihtişam gurur,

Rumeli'ye bakar heybetli durur,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

 

Zulüm altındaydı öteden beri,

Fatih'le değişti şehrin kaderi,

Kalplere yazıldı Türk'ün zaferi,

Şehr-i İstanbul bu tarih her yanı!

Yazarın Diğer Yazıları